İyi ki o anekdotu saklamışım!..

A -
A +

Samimi bir insandı. Bize imsakiye bastırtmak için gelmişti. Ama şu temkin vakti konusuna kafası takılmıştı. -Sahi nedir bu temkin vakti dediğiniz şey? Bu müşterimize ne anlatsaydım? Türkiye Takvimi'nde mühim tenbih yazılı yeri mi okusaydım? Orada "Diyânet İşleri Başkanlığı'nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, 1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir" şeklinde bildirilmiştir mi deseydim? Veya tutup şu ilmi açıklamayı mı okusaydım: "Temkin müddeti, 4 unsurdan meydana gelir. Bunlar, Güneş'in yarı çapı (Nısf kutr-ı şems), Işığın kırılması (İnkisâr-ı şuâ), Ufkun alçalması (İnhitât-ı üfuk) ve Güneş'in paralaksıdır (İhtilâf-ı manzar). Bu 4 unsurun ilk üçü toplanıp, bulunan toplamdan dördüncüsünün çıkarılması ile elde edilen zamana, müddete Temkin Müddeti denir." Hepsi doğruydu. Ama bana bu iyi niyetli müşterimin anlayabileceği şekilde örneklendirme lazımdı. Şöyle akılda kalacak ve "şimdi anladım" denilebilecek bir örnek... O anda hatırıma geldi! Nurullah Yıldız'ın bu konuyu örneklendirdiği açıklamayı lazım olur diye not almıştım. Hemen notu arayıp buldum oradan okumaya başladım: "Çok basit... Bir cümleyle bunu anlatmak mümkün... Olay şu. Üç tane ufuk var. Yani diyelim ki dünyadan teğet geçtiği yer. Bunlardan bir tanesi hakiki ufuk. Fakat bu hakiki ufuk ancak hesapla anlaşılır. Geriye ne kalıyor, zahiri ufuk. Yani gözün görebileceği ufuk. Gözün ufku da, güneşin battığı yerde ve güneşin doğduğu yerde sıfırdır. O da en yüksek irtifa ile ölçülür. Şimdi bakınız burası çok önemli. Deniz kenarında olan bir adamın gördüğü ufuk ile Çamlıca Tepesindekinin gördüğü bir olur mu? Yani denizin dibindeki, Yeşilköy'deki insan güneşin battığını görürken, aynı anda Çamlıca Tepesindekine göre daha güneş batmamıştır. Çünkü Çamlıca Tepesinde olan daha güneşin batmadığını görür. Şimdi diğer takvimlerle bizim takvim arasındaki fark anlaşıldı mı? Her beldenin, mesela İstanbul'un veyahut Ankara'nın en yüksek tepesi alınmıştır namaz vakti olarak. Neden? Eğer "en..." vakti hesaplanırsa, oradan aşağıya doğru bütün semtlerin hepsi namaz vakti içine girer. Çünkü fıkıhta bir kaide vardır: "Yerdeki cemaat güneşin battığını görürse orucunu bozar. Müezzin minarede iken görüyorsa bozamaz." Bu bir şer'i meseledir. Yani İslamiyet'te Allahü tealanın göze ve görmeye verdiği ehemmiyettir. Yani rü'yet, görme... (O bakımdan dinimiz, oruca başlamayı ve bayramı, hilalin doğmasına değil, hilalin görülmesine bağlamıştır.) Dinimizin verdiği en güzel imkân... Her şehrin, her kazanın en yüksek tepesini ölçü alın diyor. O zaman hepsi girer çünkü... Aradaki fark beş dakika veya en fazla on dakika. İşte buna temkin denir. Bu temkin ihtiyat anlamında değil, gerçek anlamında temkindir. Yani Yeşilköy'de güneş battığı zaman Çamlıca'da batmıyor. Dolayısıyla oradaki iftar açar, buradaki açmaz. Çünkü rüyet, yani gözle görme hâlâ geçerlidir. Bütün gün oruç tutmuşsun birkaç dakika daha geçse ne olur? Yani ihtiyatlı olmak ve İslamiyet'e uymak. Esas mesele budur. Bizim takvimlerimiz her şehrin, her kasabanın en yüksek tepesinin namaz vaktini esas almıştır..." Konu anlaşılmıştı. Müşterimiz, "bana da bu imsakiyeden bastırın" dedi. Allah'tan ki o anekdotu saklamıştım. Meğer ne kadar önemliymiş. Muaviye Gül-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.