Tabii, Kâbe'den arayan komşum Abdurrahman ile yaptığımız telefon konuşmalarını herkes dinliyordu. Hepimiz bir tuhaf olmuştuk. Çalışanlar arasında bir velvele koptu: -Aaa kayıp çantasının yerini söylemek için Celal Amcayı Harem-i Şeriften arıyorlar... -Kâbe'den mi? -He ya... Herkes bana bir anda, sanki ermiş biriyim gibi bakmaya başlamıştı. Ama halen meraktayım: -Ya Abdurrahman bu ne? -Ben de bilmiyorum. Beni onlar arayıp söyledi. Sana bir telefon yazdıracağım. Orayı ara. Çantan onlarda imiş... Hadi ben kapatıyorum. Akıl alası değil... Bir taraftan seviniyorum. Bir taraftan bu esrarengizliği çözmeye çalışıyorum. Ama bir türlü çözemiyorum. Neyse, Zeytinburnu'na giderken UPS'nin bir okulu var. Meğer çantamı tramvayda unutmuşum. Orada okuyan dürüst bir öğrenci çantayı bulmuş. Doğruca okulun müdür muavinine teslim etmiş. Tabii ki telefonda, "Tamam da, kayıp çanta için Kâbe'deki bizim Abdurrahman'a bu iş nasıl malum olmuş?" diyemedim. Durup dururken ortalığı karıştırmanın bir anlamı yoktu. Ben okulla telefonda konurken Murat Bey de iki tane hediye çantası yaptırmış. Elimde hediye çantalarıyla birlikte firmanın bir arabasıyla söz konusu adrese gittim. Yol boyu kafam allak bullak... Çantayı bulduğuma seviniyorum. Hem de çok seviniyorum. Ama bir o kadar da bu çantanın bana bu şekilde haber verilişini çözmeye çalışıyorum. Yüreğim ve beynim sevinç ve merak duygularıyla yoğrulurken bir yandan da fotoğraf çekimindeki genç çocukların o telefon konuşmasıyla birlikte bana yakıştırdıkları ermişlik yorumuna mahcup oluyorum: "Celal Amca'ya Kâbe'den haber geldi..." "Ciddi misin?" "Yemin ediyorum... Kayıp çantasının yerini haber verdiler". "Meğer Celal Amca ne mübarek adammış." -Ya çocuklar yapmayın. Ne alakası var, desem de kendi aralarında böyle konuşup durmazlar mı? Duyan da essahtan bende bir şey var zannedecek... Tövbe tövbe... Neyse... Okula vardığımda, öğrendim ki çantayı teslim alan müdür muavinin de bir işi çıkmış. Çantayı diğer bir öğretmen arkadaşa teslim etmiş. Kimlik bilgilerimi verdim. Çantamda olanları söyledim... Benim söylediklerimle çantadakiler elbette birbirini tuttu... Çantayı çıkartıp verdiler. Ve dediler ki: -Beyefendi, çantanızı tramvayda unutmuşunuz. Öğrencimiz getirdi. Çantanıza baktık. Ulaşabileceğimiz tek telefon numarası işte nüfus kâğıdının kenarındaki şu numaraydı... Öğretmen bilgi vermeye devam ederken bende jeton düşmüştü... Tabi ya... Bizim Abdurrahman Kâbe'ye giderken bana yazdırmıştı: "Hacca geldiğinizde bana bu numaradan ulaşabilirsiniz" diyerek yazdırmıştı. Ben de onu en kalıcı yer olarak o an nüfus cüzdanımın kenarına kaydetmiştim. Okulda adamlar, başka ulaşacak telefon bulamayınca bizim Abdurrahman'ı meğerse o numaradan aramışlar. Nüfus kimlik bilgilerimi verdiklerinde de Abdurrahman "Ben onu tanıyorum. Telefon eder çantasını kaybettiğini söylerim" demiş. Neyse... Okul idaresine hediyelerimizi, öğrenciye de almak istemese de ufak bir teşekkür ödülü verdik. Teşekkür ederek ayrılırdık. Artık içim rahattı. Ama unuttuğum bir şey vardı. Çantamı bulmuş olarak, aynı arabayla tekrar reklâm fotoğrafı çekimi için firmaya geldiğimde baktım herkes çantadan çok Kâbe'den gelen telefonun sırrını merak ediyordu. Onlara durumu anlatmak istesem de kimse inandırıcı bulmadı. Nüfus cüzdanımı dahi göstererek, "Ya arkadaşlar inanın telefonu kenarına not etmişim" dedimse de biraz da şakayla karışık hâlâ benim ermişliğimi gizlemek için tevazu yaptığımı söylüyorlardı. Celal Öztürk- İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00