“Her kaybolan yavrudan sonra evden bir cenaze çıkmış gibi büyük üzüntü duyardık...”
Bir çocukluk anımı paylaşacağım. Biz çocuklar yaylada keklik yavrusu tutar, onları büyütmeye çalışırdık. Genellikle haziran ayı içinde keklik yavruları yumurtadan çıkardı. İlk birkaç hafta uçamadıkları gibi, doğru dürüst kaçamazlardı da. Özellikle sabahleyin güneş doğduktan sonra, anneleri onları pınarların başına suya getirirdi. Ben ve arkadaşlarım da pınar başlarında bir taşın, bir ağacın, bir çalının arkasına saklanır, sessizce onları izlerdik. Anneler büyük bir dikkatle yavrularını suya indirdikten sonra yavrular, hızlı hızlı su içerlerdi. Biz büyük bir heyecan içinde onları izlerdik. Birkaç dakika içinde yavrular içtikleri suyun etkisiyle iyice şişerdi. Anne tekrar yavruları sudan alıp götüreceği sırada, biz arkadaşlarla birlikte hızla pınarın başına koşar, yavruları yakalamaya çalışırdık. Tam o sırada anne sağa sola kısa uçuşlar yaparak çığlık çığlığa öterdi. Yavrular, büyük bir şaşkınlık ve panik içinde pınarın çevresinde bulunan çalı çırpının içine saklanmaya çalışırken, biz hızla onları yakalar, koynumuza doldururduk. Bir seferde neredeyse on, on beş yavru yakaladığımız olurdu...
Keklik yavrularının yakalanması çok kolay, ama beslenip büyütülmesi oldukça zordu. Onları beslemek için özellikle karınca yumurtası toplar, saatlerce uğraşarak yedirmeye çalışırdık. Beslenmeleri yemeleri büyük bir sıkıntı olduğu için geceleri üşümeden sabaha çıkartılması da oldukça dikkat edilmesi gereken bir husustu. Çünkü yaylada geceler oldukça soğuk geçiyordu.
Ne yazık ki biz çocukların, hatta annelerimizin her türlü çabasına rağmen, o keklik yavrularından büyüttüğümüz çok az olurdu. Genellikle ya açlıktan ya soğuktan ya avucumuzun içinde severken sıkmaktan veya biraz palazlanınca kaçmalarından dolayı tuttuğumuz yavruların büyük bir kısmını kaybederdik. Zaman zaman gözyaşlarımızı tutamaz hıçkıra hıçkıra ağlardık. Annem de bizim kadar üzüldüğü için;
"Seneye eve bir daha asla keklik yavrusu sokmam" derdi. Ama biz, her yıl aynı sahneleri yeniden yaşardık. O yavruların ölümlerinin benliğimde bıraktığı üzüntü ve kaybetme korkusu hayatım boyunca öyle derinden etkiledi ki bugüne kadar eve bir daha değil keklik yavrusu, kuş, kedi, köpek gibi hayvanları da asla sokmadım. Sevmediğimden değil, kaybetme korkusundan...
Turan Eren-Üç Dilek