"Kıl beni ey gözümün nuru..."
14 Ocak 2010 01:00
"Tıp otoriteleri hesaplamışlar... İnsan ayakta iken beyne giden ve beyin için iyi bir besleyici olan glikoz miktarı % 25, rükû halinde % 40, secde halinde ise % 75 oranındadır..."
Öyle çok pazarlık ettim ki seninle ey Rabbim! Kendimden utanmaz mıyım hâlâ?.. Neler ettim senin lütuf ve merhametine rağmen kendime, neler...
Sen kul olarak değer verip huzuruna kabul ettiğin halde, ben o çağrıya ayıracağım az bir vakti, kendime ayırdığım kalan vakitlerden çalınacak sandım...
Şu üç günlük dünyada bile, bir ünlü ile fotoğraf çektirmek için, onunla aynı karede görünebilmek için neler vermeyiz! Oysa Allah'ım, huzuruna hem de günde beş defa "kul" olarak kabul ediyorsun bizi. Farkında bile değiliz bu lütfun...
Ezanlar okundukça ruhumun enginliklerine işleyen davete icabet edersem eğer, sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından korktum. Vakit girince içim "cızz" etti. Odamdan uzaklaştım.
Rabbim... Ruhumdaki güzellikler isteğine âdeta ayak diredim. Hep kendimi kandırdığımı bile bile "Az sonra kalksam da olur" dedim. "Az sonra"larım "çok sonra"lara dönüştü... Geç kaldım hep vakit sonlarına... Geç kalmaktan utandım. Sonunda bıraktım işimi, bozdum keyfimi (!) ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna.
İçimde bir sürü dünya telaşı ile dağınık ve perişan bir ruh haliyle huzuruna durdum.
"Kabul et Rabbim" diye yapacağım pazarlığımı, vaktin daralmış olmasını bahane ederek yeniden ileri sürdüm. Hani "böyle niye acele ediyorum biliyor musun?" dedim güya... Hani kaçıyordu ya namaz. İşte vakit çıkmadan, geçmesin diye... O yüzden çabucak kıldım, selam verdim. Sonra rahatlayıverdim birden. Ne telaş kaldı ne acele... Oysa o rahatlığımı dahi sana borçluyum Rabbim.
Ah Rabbim... kıldığım her namaz benim içindi, nereden bilebilirdim?
Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum sana... Damarlarımın her bir noktasında pıhtılaşmayan kanım kadar sükunet borçluyum... Dişlerim ağrıyacak olsaydı, her biri için ağlayıp sızlayacaktım. Ona ayıracağım zamanı bile sen bağışladın bana. Bak hiçbiri ağrımıyor işte...
Oysa nereden bilebilirdim ki Rabbim, her bir emrinde bir hikmet vardı...
Evet Müslüman "emir" olduğu için kılmalıydı namazı. Ama namazda tadil-i erkana dikkat edenler, aslında ona dikkat ederken, dünya telaşını otomatik olarak namaz dışında bırakmış olmuyor muydu? Hani büyüklerimiz tembih ederdi bize...
"Tavuğun yem topladığı gibi acele kılmayın" ne demekti bu? Niçin mesela secdede en az üç kere "sübhane rabbiyel a'la" deniliyordu?
Alnımızı üç tesbihat yapacak kadar secdede bekletmenin acaba zihin sağlığımız için bir faydası olabilir miydi?
Gün içinde hiç secde etmeyip bir sopa gibi gezinen ya da sürekli oturan bir insanın kalbinden başına doğru pompalanan kan ile alnını günde seksen kez secdeye koyan kişinin başının aldığı kan bir midir?
Bir insanın beyni günde seksen kez secde vesilesiyle kanlandırılırsa o insanda bunama elbette olmaz. "İbadet dirisi" dedikleri bu kimseler değil midir?
Rabbim tıp otoriteleri hesaplamışlar bile... İnsan ayakta iken beyne giden ve beyin için iyi bir besleyici olan glikoz miktarının % 25, rükû halinde % 40, secde halinde ise % 75 oranında olduğu açıklanmıştır.
Rabbim... zaman ve mekan senin kudretinde... Dileseydin, dar edebilirdin zamanı bana. Bir uçurumun dibine savrulmuş bir arabada, çaresizce kendine yalvartıyor olabilirdin beni de... Ya da kan kokan savaşın ortasında olabilirdim. Öyle çok şükür borçluyum ki sana...
Şimdi huzurunda huzurlu durabiliyorum. Her secdeye vardığımda sana yaklaştığımı ve kucaklandığımı biliyorum. Enerjim tazeleniyor... Artık namazı doğru kılıyorum. Tıpkı namazın beni "doğru kıldığı" gibi...
> Gülden K.-Bursa
Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00