Komutanım ben askerlerime hep şunu öğretiyorum: "Gerekirse cezayı göze alın; ama asla yalan söylemeyin" Söylediğim söze ben uymazsam olur mu? Üsteğmenimin önerisini benimseyip Kara Kuvvetleri Komutanımızı kandırmayı kendime yakıştıramam. Niçin teftiş ediyor? Eksik, yanlış neyse görüp önlem almak için... Biz yanlışı halının... Daha fazla sabredemedi Yarbay: "Yeter teğmen! Uzatma! Bu sefer böyle olacak! Mecburuz. Göz göre göre kendimizi ateşe atacak halimiz yok... Karar verdim; emir verdim; tartışma bitmiştir. Toplantı sona ermiştir." Kıdemli binbaşı ile yüzbaşı ve üsteğmen de "Ne bozguncu adamsın" der gibi ters ters baktılar bana. Harp Okulu'ndan sonra, dışarıdan sınavlara girerek hukuk fakültesini bitirmişti Kıdemli Binbaşı. O'nun itiraz etmemesi de şaşırtmıştı beni. Demek hakikaten emir böyle kesiyormuş demiri! "Ya bende bir tuhaflık var, ya bu insanlarda..." diyordum. Bir hafta kadar sonra geldi Komutan. Biz de "Muhabere Taburu" olarak Sabahleyin uzun bir bekleyiş sonrası dikkat çekilip hazır ola geçtik. Güneşli bir gündü. Doğuya bakıyordu yönümüz. Komutan Kuzeyden Güneye doğru teftiş ede ede geliyordu. Muhabere Taburu olarak ortalardaydık. Sen tut gel gel tam benim karşımda dur. Ve aniden sor: "-Teğmen, 50 metre ilerdeki bir düşmanı belindeki tabancayla vurabilir misin?" Koca taburda bula bula beni mi buldun be komutan? Düşünmeye, beklemeye zaman yok... En iyisi doğruyu söylemek: "-Bilmiyorum komutanım." "-Ne demek bilmiyorum!? "-Çünkü ben, bu tabanca ile bugüne kadar hiç atış yapmadım komutanım. "-Ya!.." deyip yürüdü gitti, öfkeli öfkeli. Komutanın ardından bizim Yarbay: "Yedim seni çiğ çiğ teğmen" der gibi öyle bir baktı ki o bakışı hâlâ unutamam. Törenden sonra, bölük komutanım Osman Yüzbaşı dikildi karşıma: -Ne yaptın sen Erkan Teğmen? Bir çuval inciri berbat ettin. Ayıkla şimdi pirincin taşını! -Kızıyorsunuz bana ama yalan mı söyleseydim komutana? -Vururum elbette komutanım; hem de alnının ortasından, desen, dilin mi aşınırdı? On dört aydır, bir gün olsun, yıldızımız barışmamıştı ki bölük komutanımla o gün barışık olsun! Ve elbette Tabur Komutanım Yarbay, bu "hainliğimin (!)" bedelini ödetti nitekim. Neden mi yazdım bunu? 40 yıl geçti aradan. Hani, 31 Mayıs gecesi, İskenderun Deniz Üs Komutanlığına yapılan bir saldırıda yedi askerimiz şehit olmuştu ya... Bu birliği Ocak 2009'da denetleyen Dz. Kur.Alb. Atilla Kaya ve Dz. Kur. Alb. Metin Şentürk'ün denetleme raporundan bir cümle okudum da onun için. Bakınız, nedir o cümle: "8 Ocak 2009 tarihinde Şehit Dz. P. Yzb. Ercan Bolat Hafif Silah Atış Poligonu'nda icra edilen hafif silah atışlarında subay tabanca atış başarı oranının % 0, erbaş / er G3 piyade tüfeği atış başarı oranın da % 0 olduğu tespit edilmiştir." Eğer bizi de 1969'da Ağrı'da o Kuvvet Komutanımız: "Merhaba asker!" "Sağ ol!" "Nasılsınız?" "Sağ ol!" diyerek değil de, iki albay gönderip atış yaptırarak denetlemiş olsaydı "atış başarı oranımızın sıfır" olduğunu öğrenecekti. Güya, sınırda "vatanî görevimi" yapıyordum. Bir saldırı olsaydı, sıfır başarı atışla hangi vatanı, nasıl koruyacaktım ben? Demek ki, hiçbir şey değişmemiş kırk yıldan bu yana. Ve biz, birbirimizi kandırmaya devam ediyoruz hâlâ! Kim verecek suçsuz günahsız kara toprağa giren o erlerin hesabını? Mesele siperde ayakta durmak mı, konuyu gidip yerinde görmek mi? Hüseyin Erkan/ Dilem Yayınevi- İst Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00