Dedeme, "Halim Efendi, Halim Efendi!" diye heyecan içinde seslenen köylü, kelimeleri ağzından kovadan boşaltırcasına döküyordu:
-Havadislerim var Halim Efendi... Havadislerim var!
Dedem zaten kulağı dışarıda olduğu için yorgun ve bitkin bedenine can gelmiş gibi kapıya fırlayıvermişti. Sesine ve hareketlerine yansıyan heyecanı neye yoracağımızı bilemedik.
"Hayırdır İnşallah" diyerek kapıyı açtı. Karşısında ahbabı köylü yerinde duramaz hâlde anlatıyordu:
Az önce kendi kızının kayınbabasının o gün tarladan gelirken dere kenarında küçük bir kız çocuğu bulduklarını kendinde olmayan çocuğu hastaneye yetiştirdiklerini söyleyince hepimize kocaman bir ümit doğmuştu. Dedemin pikabına doluşup yola çıktık. Kasabadaki sağlık ocağı olayı doğruladı: "Kimliği belirsiz bir kız çocuğu boğulmak üzereyken getirildi. Ciğerleri çamurlu su dolmuş, vücudunda yara bere vardı. Tam teşekküllü hastaneye sevk ettik..."
Hepimizin içinde acı sorular çırpınıyordu. Babaannemin takati kalmamıştı. Koluna halam ve annem girerek güçlükle yürütüyordu. Gam, insanın ruhunu ezip kalbini çürüten bir vebaydı. Babaannemin asil ve güçlü görünümü erimişti.
Babam hastane girişinde sorup soruşturdu. Kimsesiz olarak kayıtlara geçen hastanın oda numarasını verdiler. Bize eşlik eden görevli merdivenleri çıkarken anlatmaya başladı: "Bir hafta oldu geleli. Şimdi daha iyi... Günlerce ağladı, sızladı... Doktorlar, 'Bir şey hatırlamıyor' diyor. Bedeninin bir kısmı alçıda. Onlar düzelir de, hafızasını yitirmiş, aklı başında değil diyorlar..."
Görevli anlattıkça merdivenler katlanarak çoğalıyordu. Dedem: "Yeter efendi, sus! Yaramız derin, daha fazla kanatma. Bizi hemen götür odaya.
Aynı odada üç hasta vardı; birisinin yanında refakatçi yoktu. Yüzü duvara dönük küçük bir cüsse upuzun yatıyordu. O an hepimiz dilimizi yutmuşçasına sessizleştik. Yatak tam kapının karşısındaydı. Dedem ve babaannem birbirlerine tutunarak yaklaştılar. Babaannem ağlar hâlde saçlarını okşadı, tanımıştı... İrkildi ve yüzünü döndü. Bir yüzü Sebahat diğer yüzü hüzündü. Parçalanmış yüzündeki yaralar ve dikişler derin acıların açıkta kalan kısmıydı. Konuşmuyor ve hiçbir şey hatırlamıyor demişlerdi. Onları gördüğü anda içinde biriken sel, gözlerinden hışımla akmaya başladı...
Sevgi Korkusuz-İstanbul