Zavallı Zehra... Annesinin dırdırından, çevresinin "evlenmelisin" baskısından kurtulamamış, âdeta önüne ilk çıkana "evet" demek zorunda bırakılmıştı. Evlendiği genci hiç tanımıyordu. Kimdi neydi? Nasıl birileriydi? Bildiği tek şey güvendiği Ahmet Abisinin iş arkadaşıydı. Serhat, aslında görünüş olarak fena biri değildi. Zehra'ya da iyi davranıyordu. Evleneli bir hafta olmuştu. Serhat evliliği dolaysıyla senelik iznine ayrılmıştı. Kayınvalidesi de onlarla oturacaktı ama bir aylığına memleketteki oğluna gitmişti. Serhat izni bitip işe gideceği gün Zehra'ya evden çıkmamasını, hiç kimseye kapıyı açmamasını tembih etmişti. Genç kadın bir anlam verememişti ama üstelemedi... O gün, en güzel yemekleri pişirdi masayı hazırladı. Memleketten dönecek olan kayınvalidesini karşılamaya giden kocasının bütün emirlerini yerine getirmişti... Evliliklerinin üzerinden iki ay geçmişti. Bu zamana kadar hiç sokağa çıkmamış, kimseyle de karşılaşmamıştı. Bazen görümcesi geliyor ama o da çok soğuk davranıyordu. O gün de gelmişti görümcesi. Annesini oturma odasına çağırmıştı. Zehra bir ara içeri girdiğinde konuşma pat diye kesildi. Bu evde neler oluyordu? Merak etti ister istemez. Görünmeden onları dinlemeye koyuldu: -Ana, Zehra'nın hiçbir şeyden haberi yok. Ona gerçekleri ne zaman söyleyeceksiniz? -Bana ne kocası elbet söyler. Zaten "aman evlensin de ne olursa olsun" diye evlendirmediler mi? Zehra bir şeylerin döndüğünü anlamıştı ama ne?.. Nihayet bugün sokağa çıkıp yakındaki bakkaldan ekmek alacaktı. Kayınvalidesi rahatsızdı. Ekmeğe o gitmişti. Bakkalda iken sert bir el değdi omzuna. Genç bir kadın nefretle bakıyordu: "-Kız sende hiç Allah korkusu yok mu? El âlemin yuvasını yıkmaya utanmadın mı? Kadını karnında çocuğuyla baba kapısına gönderirken vicdanın sızlamadı mı?.." Zehra şaşkın bir şekilde kadının söylediklerini anlamaya çalışıyordu: "-Sen neler söylüyorsun? Ne yuvası? Kimin yuvası yıkılmış? Sen deli misin?" Genç kadın taş kesilmişti. Ayakları titredi. Kendini dışarıya zor attı. Eve geldiğinde âdeta şuurunu yitirmişti. Kayınvalidesi onu sakinleştirmeye çalıştı. Genç kadın kocası gelinceye kadar şuursuzca evin içinde ağlayıp durdu. Neler oluyordu? Kocası geldiğinde durumu anlamıştı. Ama artık çok geçti. Öyle çaresiz öyle ümitsiz bir duruma düşmüştü ki... Ne yapacağını nasıl davranacağını kestiremedi. Kimi suçlayacağını da bilemedi. Kadere inancı tamdı. Sabretmeyi tercih etti. Üstelik onun da bir bebeği olacaktı. Büyük bir asalet örneği göstererek kocasına dedi ki: "-Git o kadıncağızı getir, ben onu kabul etmeye hazırım. Çocuğunu babasının yanında dünyaya getirsin. Biz kadınlara böyle vicdansızlık yapmayın. O benim kumalığıma razı olursa, ben ona razı olacağım merak etme..." Ama vicdan, nasırlaşmış yüreklere kâr etmiyordu. Karnı burnunda o kadıncağızı köyden ne kocası alıp getiriyordu... Ne de getiren biri vardı. Hiçbir suçu, hiçbir günahı olmayan o zavallı çocuk, babasından uzak yerde dünyaya gelmişti. Ama ne enteresandır ki bütün bu yaşanan dramı öğrenemeden "bu dünya sizin olsun" dercesine birkaç saatliğine açtığı gözlerini ebediyen yummuştu. Acaba bu minik canın ölümüne yananlar olmuş muydu? Peki Serhat'ın yaptıkları kâr kaldı mı? Rezil kepaze oldu... Kayınvalide cezasız mı kaldı? Sürünerek can verdi. Zehra'ya gelince... O ağır imtihanını vermeye devam ediyor. İnşallah sabreden ve mükafatını görenlerden olur. Rumuz: "Zehra"-Ankara Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00