"Halalarımın beni sevmesine alışmıştım ama beni onlar gibi çok seven birisi daha vardı. Adı Nazife Teyze idi..."
Çocukluğumun kışları ayrı bir güzeldi. Kasabamıza henüz elektrik gelmemişti. Elektrik sadece orman işletmesinde vardı. O da akşamları jeneratörle iki üç saat verilirdi, tabii ki kendi memurlarına. Evimize elektrik ben dördüncü sınıftayken gelmişti. Bizim eve elektrik alındığı gün mahallenin tüm çocukları evimizdeydi.
Benim asıl hoşuma giden şey elektrikli yıllar değil, ondan önceki yıllardı. Akşam yemeğini yedikten sonra kapımız açılıp kapanmaya başlardı. Tek soba yanan odamız dolmaya başlardı. Dedemler komşular hepsi toplanırlar, annem sobanın üzerinde nohut kavurur mısır patlatır, kuzine sobaya patates atardı, pişmesini merakla beklerdik.
Sofrada annemin hazırladıklarını topluca yerdik. Dedemlerin olduğu zamanlarda, ikramlardan sonra onların sohbetlerine doyum olmazdı. Mehmet dedem, Kamil dedemin hem eniştesi hem de dünürü idi.
Annem de babamın teyzesinin torunuydu. Kamil dedem Mehmet dedeme saygılı davranırdı. Onun olduğu zamanlarda, konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ederdi. Mehmet dedemden Birinci Dünya Savaşı anılarını dinlerdik.
Dedemin üç yaş büyüğü olan Ramazan amcamız evlenmesine bir ay kala askere alınmış ve Sarıkamış'ta donarak şehit olmuştu. Dedem benim adımı ağabeyine olan saygısından dolayı, onun hatırasını yaşatmak amacıyla vermişti.
Dedemin kardeşleri olan halalarım da beni çok severlerdi. Hele Pembe halam beni severken "Sende ağabeyimin kokusu var" diye severdi.
Halalarımın beni sevmesine alışmıştım ama beni onlar gibi çok seven birisi daha vardı. Adı Nazife Teyze idi. Beni severken ağlamasının nedenini ancak onun ölümünde anlayabilmiştim. Onun öldüğü gün annem beni de götürmüştü. Bir kenarda oturup anneme sordum:
-Nazife Teyze beni severken neden ağlardı anne?
-Sarıkamış'ta şehit düşen Ramazan amcan onun ilk nişanlısıymış. Düğünlerine bir ay kala seferberlik ilan edilince düğün ertelenmiş. Aradan bir yıl geçmiş. Orhaneli'ye şehit olan askerlerin künyeleri gelmiş. Pembe halam o zaman on beş yaşındaymış. Ayağına yün çorap giyip yola çıkmış, çünkü ayakkabısı yokmuş. Yirmi beş kilometre yolu bir ümitle koşarak Orhaneli'ye varmış. Askerlik şubesinin bahçesine girdiğinde bir komutan oraya toplananlara açıklamalarda bulunuyormuş. Halam da ağabeyinin akıbetini sorduğunda Şube Başkanı künyelerin içinden arayıp bulmuş... DEVAMI YARIN