Bıktım bu hayattan deriz bazen... Bazen çekemez oluruz dertleri... "Benden dertlisi var mı?" deriz. Ah hayatta neler var bir bilseniz... Okurken gözyaşımı tutamadım. Kansere yakalanmış üzüntüden... Elde yok avuçta yok. Yaşadığı şehirde kayıp diyorlar. Oysa o bir başka şehirde kimsesiz ve çaresiz... Karanlık gecelerde masalarda mum olup eriyor... Pişman olsa da o dünya acımasız... Yapıştığını bir daha bırakmıyor... Yıllar var ki yüzünü bile görmediği, üç yaşında iken elinden alınıp bir daha kendisine gösterilmeyen kızının hasreti ayrı yakıyor yüreciğini... Gitse gidemez, gel dese gelen olmaz... Batmış bir bataklığa ki kurtuluş yok... Bir azap çölünde, nedamet rüzgârıyla yanıp kavrulmakta... Neon lambalarının allı yeşilli loş ışıkları altında müşteriye gülen sahte gözlerden, yalnız kaldığında yaş yerine kan akıyor... Yok mu bunun bir çaresi? Yok... Çünkü kimse tutmaz ki elinden, kimse inanmaz... Pişmanlıkların sonu gelmez... Üzüntü, keder, bakımsızlık... Buna hangi bünye dayanır... Yavrusuna annelik yapmak için var olmuş narin bedenler, bu haldeyken neye benziyor biliyor musunuz? Kaf Dağını taşımaya mahkum toz kanatlı bir kelebek... Çekemiyor bu ağır yükü... Ve... Çok genç yaşta bu hayat değirmeninin çarkında ezilip yok oluyor... Tıpkı kanser olmuş körpe vücudu gibi... Kurtuluşu var mı? Yok... Çaresi? Yok... Bakacak kimsesi? O da yok... Dertleşeceği dert ortağı yok, dert ortağı... Yalnızlığın ve çaresizliğin getirdiği istenmeyen son... Bir de cehalet eklenince beklenen sona dönüşüyor... Allah'ım sen muhafaza eyle... Canına kıymadan önce evladına bıraktığı mektup yürek dağlıyor: "Canım kızım; aşkım, canım. Şu an bunu okuduğunda bana çok kızacaksın. Haklısın. Beni affet demiyorum. Sensizken bile seni çok sevdim. Baban seni benden kaçırdığında yandım. Sırasında kanser oldum. Onu atlattım ama böyle yaşamayı hazmedemedim. Bana kızdığını biliyorum, seni yalnız bırakıyorum. Hep yanında olmadığım için özür diliyorum. Artık ayrılığa dayanamıyorum. Sen sen ol, bebeklerini bir salise yalnız bırakma. Yazacak çok şey var ama seni yormak istemiyorum. Şunu bil ki canımdan çok sevdim seni. Aşkım, kalbim, ruhum, ömrüm, öteki yarım. Annem, sana bir tek şey bırakıyorum. Seni. Sevgilim, annen, maalesef annen." Ahh ah! Evlat nimetine sahip olmak... Evladını bir an olsun yalnız bırakmamak... Öte yandan, eşiyle çocuğuyla ailesiyle bir arada yaşayabilmenin şükredilesi huzuru... Ve bundan habersiz olmak... Altmış yaşında bir bürokrat eşiyim... Yedi senedir de kanser tedavisi görüyorum... Eşim yirmi iki yılını yurt dışında geçirmiş, büyükelçiliklerde görev yapmış bir hariciyeci... Kendisini hiçbir zaman monşer görmemiş... Bu ülkenin milli menfaatlerini her vakit kendi menfaatinden üstün görmüş bir vatan evladı. Bir de oğlumuz var... Mühendis... Ama bakkaldan ekmek almasını bile bilmeyecek kadar hayattan kopuk... Eşim bir emekli maaşıyla halen hem oğlum hem de kanser hastası olan bana bakıyor... Tek üzüntümüz zamanında bu çocuğu hayata niçin alıştırmadık. Bazen de kanser oldum diye üzülüyordum. Oysa bu yaşımda bile bana "bebeğim" diye hitap eden. Dahası hizmet eden bir eşim var. Hayatı bilmese de otuz yaşında olmasına rağmen çocuk ruhuyla evde dizimin dibinden ayrılmayan bir oğlum var... Bazen hâlime kederlenirdim yalan yok. Ama şimdi "hâlime şükretmem" gerek biliyorum. Çoluk çocuğunuzla bir arada yaşıyorsanız... Hele bir de sağlık sıhhatiniz de yerindeyse daha ne istersiniz? Asuman E.-İzmir > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00