“Resim çektirip aileme göndermek için fotoğrafçıya gittim. Bazı resimler ilgimi çekti.”
Gökçeada hatıralarımı yazmaya bugün de devam ediyorum...
1974’te Yunanistan’la savaşmıştık. Aradan Yunan çekilince Türk milletinin gençlerini cephelere böldüler. Aynı evin çocukları birbirini karşıt fikir olarak ötekileştirdi. Öyle oyunlar oynandı ki 15 yaşından 25 yaşına kadar olan gençleri âdeta birbirine düşman etmeyi başardılar.
Okula gelirken hepimiz Gökçeada Vapuru ile Adaya ulaştık. Köy çocukları idik. Kendi köyümüzde, kasabamızda eğitim imkânımız olmadığı için bu gemideydik. İlk günler hepimiz arkadaştık. Okulumuza yiyecek veren toptancılardan birisi Rum’du. Okulun çöpleri, yemek artıkları bir Rum’un çiftliğine gidiyordu. Skoda bir araba ile götürüyorlardı. Bir gün o aracın şoförü ben nöbetçi iken söyle demişti:
“Bizim çiftliğin her tarafında sizin okulun çatalları ve kaşıkları geniş bir alana yayılı bir şekilde duruyor.”
Ben bu Rum delikanlısından utandım. Okul idaresine söyledim. Ama nafile. Ülkemizin güçlü olmasını istemeyenler bizim farklılıklarımızı kullanarak bölme, parçalama ve yutma fikirlerini uygulamak için her şeyi yapıyorlar ama bizlere yemek yeme kültürü hakkında bilgi vermiyorlardı... Bir cumartesi günüydü.
Resim çektirip aileme göndermek için fotoğrafçıya gittim. Oradaki bazı resimler çok ilgimi çekti. Resimlerde Rum olduğu belli olan sakallı bir genç adam ney çalıyor, yanında da bizim müzik öğretmeni vardı. Elektrik yok, lüks lambası ışığında çekilmiş resimlerdi. Fotoğraflara çok dikkat ettiğimi gören fotoğrafçı bana;
-Delikanlı, bu fotoğrafları hocan ve arkadaşları çekip getirmiş. Ney çalan arkadaş Kaleköy’de bir mağarada hayvanları ile beraber yaşıyor, dedi.
Kendi kendime “İnsan niçin bir mağarada yaşamak ister ki?” diye soruyordum. Ama buna bir cevap da bulamıyordum.
Sınıfımdan birkaç arkadaş ile beraber bir pazar günü Kaleköy’e doğru gezmeye gittik. “Belki bu sakallı ney çalan adamı görebiliriz” diye umut etmiştik. Mağaraya kadar geldik ama mağaranın önündeki köpek kimseyi yaklaştırmıyordu. Beş altı tane koyun ve keçi yakın yerlerde otluyorlardı. Oralarda dolaştık ama nafile. Ama ne olursa olsun insan öğrenemediği sürece merakı daha da artıyordu. Bu mağarayı ve mağarada yaşayanı daha da merak etmeye başlamıştık. DEVAMI YARIN