Köyümüzün imamıydı babam... Ama ben namaz surelerinin hemen tamamını uykuda öğrendim desem yeridir. Çünkü babam sabah vaktinden önce kalkar, Kur'an-ı kerim okur ve namaz kılardı. Namazlarını da cehri (açıktan) okurdu...Sonra da sabah namazı vaktinde şefkat ve merhamet dolu sesiyle, biz uyanana kadar bıkıp usanmadan bizi uyandırmaya çalışırdı: -Evladım, haydi ibadet vaktimiz geldi. Çoğunlukla babamın sesine uyanır, abdestimi alır, namazımızı kılıp yatardım. Ama biraz sonra babam yine çağırırdı... Sonra anlardım ki, az önce gördüğüm o hal rüya imiş...Tatlı uykudan kalkmak zordu... Ama ibadet sonrası yaşanan huzur, hepsinden üstteydi... Babamız gerçekten ibadet düşkünüydü. Beş vaktin beşinde de camisinde olur, ezanı bizzat kendisi okurdu. "Allahu ekber... Allahu ekber..." "Eşhedü en lâ ilahe illallah..." Ama o gün ezan yarıda kesilmişti... Elektriklerden olamazdı. Çünkü babam ezanı bizzat kendi gür sesiyle okurdu... Köy merkezinde, caminin etrafında kopan çığlıklar dalga dalga köye yayılmış, biz okuldaki öğrenciler de hemencik öğrenmiştik: -Mustafa'nın babası ölmüş... Köy imamı ölmüş... Bu bir rüya mıydı? Değildi... Çünkü az sonra öğretmenimiz onca talebenin içinden beni bulmuş, başımı okşarken ne söyleyeceğini bilememiş, kendisi de ağlamıştı... -Babam mı öldü öğretmenim? -Başınız sağ olsun çocuğum... O gün anladığımı sandığım ölümün ne olduğunu, aslında her geçen gün beynimde daha bir yaşayacak, büyüdükçe babamdan ayrı kalmanın ızdırabını daha bir hissedecektim... O gün babam her zaman olduğu gibi yine öğle ezanını okumak için minareye çıkmış. Ezan-ı Muhammedi'yi okurken kalp krizi geçirmiş... Minarenin şerefesine yığılıp son nefesini orada vermiş... Ezanın yarıda kesildiğini duyan cemaat önce birbirine bakarak ne olduğunu anlamaya çalışmış... Ardından birer ikişer dışarı çıkıp gözlerini minareye dikmişler... İmamı minare şerefesinde göremeyince, merak endişeye dönüşmüş. Herkes birbirine sormuş: -Yahu ne oldu bu imama? İçlerinden birisi hemen yukarı çıkmış... Çıkmasıyla yukarıdan aşağıya acı acı bağırması bir olmuş. -Cemaat-i müslimin, imam efendi mevta olmuş... Herkes şokta... Herkes üzgün... "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun." Babacığımı minareden indirip, musallaya taşımışlar... Hoş, ölüm herkesin başında... Bir şekilde gelecek... Ama tesellimiz, abdestli olarak ve ezan-ı Muhammedi okurken teslim-i ruh eylemesi... Öğleyin imam olarak namaz kıldırmak için niyetlenerek gittiği camide, ikindi namazında mevta olarak musallada yatmak... İşte bu dünyanın faniliği ve ölümün vakitli vakitsizliğini gösteren ibretlik sahnelerden biriydi... O gece babamsız uyandık sabaha... O gece anladım babama hasret yaşamanın içimde bir ömür ıstırap olacağını... İki üç gün sonra da onu rüyamda gördüm... Babamı ziyarete gitmiştik... Nereye olacak elbette sekiz uçmağ denilen âleme... Diyorum kapıdaki görünmez eşhasa: -Babam nerede? Diyorlar ki: "Bak şurada bir merdiven var... Oradan çıkacaksın... En üstün bir altında..." Gösterdikleri yer minare oluyor... Minareyi işaret ediyorlar... Diyorum ki içimden: "Bu nasıl derece böyle? Demek minare Cennette de var." "Oraya nasıl çıkacağım" diyorum. "İşte buradan çık, en üsten bir alt kata geldiğinde kapıyı vur" diyorlar. Hakikaten en üste çıkıyorum. Sonra bir alt kata geri iniyorum. Vuruyorum kapıyı... Babam rahmetlik pencere kenarına oturmuş, Kur'an-ı kerim okuyor... Tıpkı çocukluğumuzda okuduğu gibi... Mustafa Hamel-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00