SSCB'nin dağılmasıyla birlikte Bursa'ya gelen Ahıskalı Doktor Mehmet Bey, bulduğumuz evde ikamet ederken, çevrede bir iki çocuğa uyguladığı tedavi netice verince ünü yayılmış mahalleye. Her memnun kalan aile, tanıdığına onu tavsiye etmeye başlamış... Bunlar da gerçekten mesleğine hakim, kültürlü insanlar, çalışkan insanlar. Eşinin de tekstil konusundaki tecrübelerini yayınlanan birkaç makalesinden anlamıştım. Dolayısıyla bu insanlar insana saygının önemini biliyorlar. Sovyet zulmü görmüş, sürgün görmüş, milletine hasret kalmış bir insanın duygusunu iliklerine kadar yaşıyorlar. Tabii halk arasında Ahıska ismi pek bilinmediğinden "Azeri" doktor diye ün yapıyor. Bakın şimdi olanlara... Sen tut, kulaktan kulağa yayılan bu haber, Bursa'daki mahalli bir gazetenin muhabirinin kulağına git!.. Muhabir "tam benlik" diyerek atlayıp gidiyor. Dr. Mehmet Bey ile uzun bir röportaj yapıyor. Muhabir ne sorarsa olduğu gibi anlatıyor. Nereden bilsin muhabirin niyetini! Kendisi hakkında aleyhte yazacağı aklının ucundan bile geçmiyor. O gün bu durumu bana anlatınca; -Sen ne yaptın, dedim. Gazetecinin ne yazacağı belli olmaz. Eğer bir de aleyhinde bir yazı çıkarsa felaket olur. Şaşırdı: -Hiç öyle şey olabilir mi? Biz aziz vatanımıza geldik. Nasıl kötü haber yazabilirler ki? -Sen burada muhacirsin. Resmen Türk vatandaşı değilsin. Burada doktorluğun da geçerli sayılmaz. Kim bilir hakkında ne yazacaklar? Bu haber yayınlanınca emniyet seni sınır dışı eder. İnanamadı. Ertesi gün aldım o gazeteyi. Tam tahmin ettiğim gibiydi. "Doktor olduğunu iddia eden bir Azeri elinde çanta, ev ev dolaşıp insanların sağlığıyla oynuyor..." gibi zehir zemberek bir röportaj yayınlanmış. -Eyvah! dedim. Mehmet Bey, sen neden kabul ettin bu röportajı? Yazılanları gördüğünde o da şaşırmıştı. Ama halen bir fenalık geleceğine ihtimal vermiyordu. -Zannedirem ki bir fenalık vermezler. Benim içim rahat etmedi. Reklâmcı arkadaşımı da alarak doğruca o mahalli gazetenin sahiplerinin fabrikasına gittik. Sahibi de Bursa milletvekillerinden üstelik bakanlık yapmış meşhur biriydi. Fabrikada yetkili olarak bir yeğeni vardı. Dedim ki kendisine. -Bakın siz de muhacirsiniz. Trakya'dan geldiniz. Muhacirliğin, garipliğin ne olduğunu iyi bilirsiniz. -Evet, iyi biliriz. -Muhabiriniz bir haber yapmış. Bu gazetede çıkan haberi emniyet dikkate alır, bu zat gayrimeşru doktorluk yapıyor diye tutup hudut dışı yapar. Kendisine ve ailesine sıkıntı verirler. Lütfen gazetenizin sahibi akrabanıza durumu anlatın da emniyete bir telefon etsin. "Bunlar Müslüman Türk'tür. Dürüst adamdır. Bu haber yanlışlıkla böyle çıkmıştır vb. desin." -Hay hay, söyleriz, dediler. Tekrar ettim üstüne basa basa: -Bakın, içimden öyle geliyor ki siz bunu unutur, ihmal ederseniz; bu insanları hudut dışı ederler. Bunlara yapılan bu haksız muamele sebebiyle yazık olur. Günah olur. Vebal altında kalır, ah alırsınız. Muhacirin bedduası ağırdır. Çok kötü tutar. Tabii bunları söylerken ben de kendi gazetemizin yetkili birisiyim. Dolayısıyla bize karşı gerçekten saygılı davranıp söz verdiler: -Tabii ki ağabey, söyleriz. Siz hiç merak etmeyin. Dönüşte yanımdaki arkadaşa dedim ki: -Bak göreceksin, bunların bin türlü işi var. Bu tembihi unutup ihmal edecekler. Korkarım ki bu insanların hudut dışı edilmelerine sebep olacaklar. (Devamı yarın) N. Aydoğan Ünal-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00