Gazetemizin bugün kırkıncı kuruluş yıl dönümü... Kırk bir kere maşallah... Bu gazete bizlere huzur verdi... Bizden sonraya da inşallah "Huzur veren gazete" olarak nice kırklı yıllara erişir... Nesilden nesile bu meşalenin bu huzurun akmasını diliyorum. Yıllar önceydi... Bir abone çalışmasındaydım... Bir kişi bu gazeteye abone olunca dünyalar bizim oluyordu... Eminönü'nde bir yer... Mercan'a çıkan yokuşun başlarında bir mini park var... Şöyle biraz soluklanmak için bir bankta oturuyorum. O ara gözüme az ileride bir genç takılıyor. Yakışıklı, boylu poslu biri... Bir kot mağazasının önünde, ayakta esnaf usulü zaman öldürüyor... Yani konuşmaya müsait... Durabilir miyim? Soluklanma zamanı mı? Hemen yanına yaklaşıyorum... Elimde bir Türkiye Gazetesi selam veriyorum: -İyi günler... Müsait iseniz iki dakikanızı almak istiyorum. Ses çıkartmayınca biraz da sevinerek başlıyorum dilim döndüğünce anlatmaya. Türkiye Gazetesinin nasıl huzur veren bir gazete olduğunu... Her sayfasının nasıl özenerek hazırlandığını... Haberlerin nasıl özenle seçildiğini... Stres ve moral bozucu haberlerin nasıl en uygun lisanla ve gereği kadar sunulduğunu... Milletin, birlik ve bütünlüğünü, devletin bekasını nasıl her şeyden önde tuttuğunu... İçindeki sohbet ve dini bilgilerin nasıl ehl-i sünnet itikadına göre yayınlandığını... Yayınlanan yazıların İslam âlimlerinin, çiçeklerden toplanan bal misali hazırlanmış çok değerli kitaplarından nakillerle anlatıldığını... Abone olunduğunda, her sabah dağıtıcı ile gazeteyi kapınıza kadar getireceğimizi... Tek tek anlatıyorum... Bir ara sessizliğin sesi dikkatimi çekiyor... Niye hiçbir tepki vermiyor bu delikanlı? Bu anlamda göz göze geliyorum... Elini ağzına götürerek: "eığgg" ediyor ve beden diliyle açıklıyor: "Ben sağır ve dilsizim!.." Bir an donup kalıyorum. Hangi duruma üzüleceğimi bilemiyorum... Böylesine yakışıklı bir gencin bu hâline mi üzülsem? Bu gence anlattıklarımın amacına ulaşamadığına mı? Bir abone şansımı daha kaybedeceğime mi? Şaşkınlığım uzun sürmüyor. Çünkü o eliyle işaret ediyor: "Yaz, yaz!" Yeni bir ümit beliriyor... Telaşla bir kâğıt kalem çıkartıp duygularımı bu kez yazıyla anlatmaya çalışıyorum. Ah yazmak ne zormuş... Allah'ım konuşmak ne büyük bir nimetmiş... Yazmayı bilmenin başka, bildiğini yazmanın başka bir şey olduğunu orada öğrenecektim. Ama sevindiğim bir şey vardı. O da umduğum gibi olmasa da amacıma ulaşabilecektim. Konuşarak olmazsa da yazışarak duygularımı anlatacak abone çalışmamı yapacaktım. Epey zor oldu benim için. Ama delikanlı benim bir sözümden on anlama kabiliyetine sahipti... Epey yazıştıktan sonra karar verdi: -Tamam abone oluyorum! Tam o sırada ondan biraz daha büyük olan bir genç çıkageliyor. "Ne yapıyorsunuz?" anlamında kaş göz işareti yapınca, bir tuhaf oluyorum. Bir yanda abone olmasına uğraşırken sağır ve dilsiz olduğunu öğrendiğim bir genç, bir yanda, hiçbir yerde uygulamadığımız bir yöntemle; yazarak abone bulmuşken çıkagelen bu adam... Onun sağır ve dilsiz olduğunu ben yeni öğreniyorum. Ama onu onlar benden iyi biliyor. Dolayısıyla benim genci ikna çabamı, kandırıyor olarak değerlendirirlerse... Ya bu sağır ve dilsiz genç kendi hür iradesiyle karar verip vermeyeceğini belirtemezse!.. Sanki bu genç de o amaçla geliyor yanımıza... Anlıyorum ki bu konuşma, pardon yazışmamıza kayıtsız kalacak birine benzemiyor. Allah'ım sen yardım et... Tam da genci ikna etmişken... (Devamı yarın) Veli Solak-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00