Babam güzel kokuyu çok severdi. Üstü başı mis gibi kokardı. Bahçemizde "Selanik fesleğeni" hiç eksik olmazdı. Hafif tüylü, yapışkan ve toplu iğne başı kadar çiçekleri olan, fesleğenle nane arasında kokulu yabani bir bitkiydi. Bostan tarlamızda kendiliğinden yetişirdi. Rahmetli babam eliyle severek dalgalandırır sonra avuç içini koklar: "Oh, mis gibi..." derdi. Beş yaşlarındayken hafızama kazınan bu sahne uğruna ne zaman içime ana-baba özlemi, sıla hasreti çökse köy hayatını pek tanımayan eşimin başını işte bu "pire otu" hikâyeleriyle şişirip durdum. Sene 1986. Yaz tatili. Köye gidiyoruz. Bir koyun sürüsünü bekledik. Aracın camları açık. Çocuklar arka koltukta. Hafif bir rüzgâr var. Eşime diyorum ki: -Fark ettin mi? İşte sana anlattığım pire otunun kokusu... Arabayı toprak yolda sağa çekiyorum. Rüzgârın estiği yönde, koku yoğunluğunu takip ederek pire otunu buluyorum. Ondan itina ile bir parça kopartıp eşime ve çocuklarıma uzatıyorum. Gerçekle hayal arasında bir duygu selindeyim... Herkeste aynı duygu oluşur mu bilmiyorum ilkbaharda şenlenirim. İçimi sevinç kaplar. Sonbaharda hüzünlenirim. Yine böyle yazdan kalma bir Kasım akşamı. Evimin balkonundaydım. 4. kattan aşağı, rüzgârda deniz gibi dalgalanan dut ağaçlarına bakıyorum. Balkon demirine asılı çiçek saksısı içime hüzün üflüyor. Geçmiş zaman seyyahı olup köyüme, çocukluğuma uzanıyorum hayallerimde. O hüzünle mırıldandım: -Gel artık ey çocukluğumun o kokusu gel... Sanki seni benim kadar tanıyıp seven bir başkası var mı? Gel işte şu esen rüzgârla haydi... Balkondan içeri girdim. Bu muhayyel çağrımı eşime de anlattım. Her zamanki anlayışlı ve mütevekkil haliyle "inşallah" dedi. Zaman ne çabuk geçiyordu. Bir nisan sabahı, güneş tüm yeryüzüne tebessüm ediyordu. Eşimle birlikte balkondayız: -Havalar ısınıyor, saksıları yenilemek lazım, dedim. O arada saksının içinde gördüm onu... Binlerce yeşillik arasında toplu iğne başı kadar, morumsu yeşil bir şey hâlinde... Tıpkı küçük bir çocuk gibi bana bakıyordu. Sevinçle eşime haykırdım: -Vallahi o! İşte o!.. O gelmiş! Bak o gelmiş... Sonra ne oldu derseniz, hayatımın bir parçası oldu. Tohumlarını saklıyorum, nerede bir toprak parçası görsem, 20 senedir ekip yetiştiriyorum. Şurası bir gerçek ki, çiçekler bizi duyuyor. Peki, biz çiçekleri duyuyor muyuz? Nasip olursa bir başka zaman çiçeklerin dilini anlatacağım. Hangisini mi? Katili ihbar eden siklâmen ve sayı sayan kaktüs gerçeğinde buluşmak üzere, hoşça kalın. Mustafa Pala-Manisa > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00