O sabah okula gönderirken saçlarını taramış, pazardan onun için yeni aldığım güllü tokasını kendi ellerimle takmıştım. O gün de her zamanki gibi sıradan bir gün gibiydi. Ama benim için hayatın anlamsızlaşacağı gün olacakmış nereden bilebilirim ki?.. Babası da biraz erkenden gelmişti eve. Hayret!.. İş delisi adam bugün eve nedense erken geliyordu. Geçmişti pencerenin önüne caddeden gelen geçen arabalara bakıyordu. Dedim ki "galiba kızımızın yolunu gözlüyor." Çünkü onun da gelme saati yakındı, eli kulağındaydı... Mutfakta sofra hazırlığı içindeyken sesini duydum: -Hanım galiba bir kaza oldu, ambulans sesleri falan geliyor... İçim bir tuhaf oldu... her vakit uzaktan uzağa yankılanan o ses şimdi sanki beynimde ötmüştü... Beyim dedi ki: -Ben bir bakıp geleceğim... "Gitme!" diyemedim. Ceketini aldığı gibi çıkmış sokağa... Kaza bizim evin iki yüz metre ilerisinde... Polisler gelmiş, ambulans gelmiş, sağlık ekipleri gelmiş... Ortalık ana baba günü... Belli ki yaralanma veya ölümcül bir olay var... Görgü şahitleri kazayı polislere anlatıyormuş. Bir taksi hızla gelip çarpmış. Tabii can veren çocuğun üzerini gazete kağıdıyla örtmüşler. Savcının gelmesini bekliyorlarmış. Beyimi kaza mahalline sanki ayakları alıp götürmüş... Sanki o gün eve, o kaza için erkenden gelmiş... Fakat olay mahallinde cesaret edip de yerde yatanın kim olduğunu soramamış. Polis kimseyi yaklaştırmıyor. O da polise rica edemiyor. Yüreğinin bir tarafı kor alev gibi yanıyor ama üzerine konduramıyor: Sadece gözleri dolup geliyor.. Diyor ki orada: "Benim de bu yaşlarda bir kızım var. Allah kimselerin başına vermesin." Biraz sonra eve geldi... Ama benim de içime bir kurt düşmüştü... Benzi kül gibiydi... Ya ben? Benim dizlerimin bağı çoktan çözülmüştü... Dedi ki titrek sesle: -Yolda bir kız çocuğuna çarpmış, kaçmış taksinin biri... Ben başladım ağlamaya: -Efendi, kız okuldan gelmedi... Gelme saati çoktan geçmişti... İkimiz de yüreğimize saplanan acıyı birbirimize söyleyemiyorduk. Ama ikimizin de içine doğmuştu. Hıçkırıklara boğulmuştuk: "Allah'ım inşallah o değildir..." diyerek koştuk kaza mahalline... Polislerin bakışından anlamıştım. O'ydu... Kazada can veren, sabahleyin ellerimle saçlarını tarayıp tokasını takarak okula gönderdiğim ciğerparemdi... Kalabalığın arasına nasıl daldığımı bilemiyorum. Gazete kağıdını kaldırıp baktım ki, kan içinde kalmış güllü tokasıyla, darmadağın olmuş ipek saçarıyla asfaltta boylu boyunca cansız yatıyordu kuzum... Ciğerparem... "Yavruuum" diye haykırarak üzerine kapandım... Gerisini hatırlamıyorum... Meğer kızım çoktan ölmüş... Daha olay yerinde ölmüş... Yavrumu ertesi gün nasıl da çabuk yıkayıp kefenlemişler... Nasıl da telsiz duvaksız gelin edip evimizin önünden kaldırmışlardı. Bana nasıl bir iğne yaptılarsa; yavruma doya doya ağlayamadım bile... Ruh gibiydim... Her şeyi görüyordum. Yüreğimi dağlayan ateşle eriyip bitiyordum. Ama hiç tepki veremiyordum... Yavrumu gözlerimin önünde alıp götürdüler de yerimden kıpırdayamadım... Hayat bu kadar mı anlamsızdı... Bu kadar mı yalandı bu dünya... Aradan yıllar geçti... Hâlâ kapı zilinin her çalışında kızım gelecek sanıyorum... Ama o hiç gelmiyor... Rüyalarımda hep o var. Gündüzler tat vermiyor. Her geçen gün onu daha da özlüyorum... Okuduklarımızı ruhuna göndermekten başka elden bir şey gelmiyor ki... Artık ona kavuşmak için günlerimi sayıyorum... Rabbim cümlenizin yavrularını bağışlasın. Acılarını göstermesin... Rumuz: "Özlüyorum"-Konya Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00