Evliliğimin dördüncü ayındaydık... O akşam kaynanamla oradan buradan muhabbet ediyorduk. Dedi ki kaynanam: -Falancaların eşyaları hiç de uyumlu değil. Ben de dedim ki: -Bizimkiler de uymuyor. Masa başka, sandalye başka. Nereden bilirdim bu sözlerimin başıma ne işler açacağını! Kaynanam, sen tut, yeme içme bunları belki de birin yanına beş katarak kocama anlat... Sabah kahvaltıda iken baktım kocamın suratı bir karış. Hayırdır sabah sabah dememe kalmadan bizimki ağzındaki baklayı çıkardı: -Beğenmiyorsan eşyaları bu evden git! Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çarpılmış gibi kalakaldım. Bu öylesine söylenmiş bir söz değil bir yaptırım cümlesiydi: -Git! Giiit! Şaşkınlık içinde cevap verdim: -Eğer beğenmesem gelin gelmezdim. O nasıl söz öyle? Ardından hıçkırıklara boğuldum. Bu adam bir gecede nasıl olmuştu da beni evden kovar hale gelmişti. Masayı terk edip yukarı çıktım. Ama hıçkırıklarım boğazıma düğümleniyordu. Bir yandan öfke, bir yandan korku, bir yandan çaresizlik... Telefon açtım annemlere: -Anne damadın beni istemiyor. Gelin beni alın. Annem duyduklarına inanamıyordu: -Olur mu öyle şey kızım? -Gelin alın anne. Kovuldum evden, kovuldum... -Kızım, baban İstanbul'da. Gelince söylerim. Telefonu kapattım. Aşağı indim. Kocam yanıma geldi. Aynı kararlılıkla kolumdaki bilezikleri istedi ve "Seni annene götüreceğiz" dedi. Bu ne biçim karardı. Hiç durduk yerde evlilik yıkılır mıydı? Bir yandan ağlıyor bir yandan "dur üstüme kıyafet alayım" diyordum. Ama onu bile bekleyecek sabrı gösteremiyorlardı. Öfkeyle çıkardım bilezikleri de attım. Bir yüzük kalmıştı parmağımda "şimdilik kalan." Fakat daha önemli bir şey vardı... Çok önemli... O da karnımda taşımaya başladığım bebeğimiz... Gözlerinin içine bakarak yalvardım: -Yapma. Karnımda bebeğimiz var. Bu yuvayı yıkma. Beni götürme!.. Biliyordum ki bir öfkeye kurban da olsak gidince geri gelmesi zordu. Öfke de olsa burada dinmeliydi. Ağlamaktan canım çıkmıştı. Ellerine ayaklarına kapandım. Ama karşımda o sevdiğim insan değil ruhsuz, hissiz mekanik bir robot duruyordu. O aşağı indikten sonra onun bu hâle gelmesini sağlayan kaynanam zaferine son noktayı koyar gibi geldi yanıma: -Hadi, taksi geldi. İn aşağı. Seni istemiyorum burada. O kadar acele ediyordu ki. Sanki bu gidişten vazgeçilebilir de orada kalırsam diye korkuyordu. Öfkesi ve hıncı uğruna oğlunun mutluluğunu dahi gözü görmüyordu. Ona da yalvardım ellerine kapanarak: -Ne olur yapma! Beni kocamdan ayırma! Ben kocamı seviyorum... Ağladım ama nafile... Kuvvetine dayanamadım. Beni kolumdan tuttuğu gibi merdivenlere itti. Evimde kalma mücadelem bitmiş, her şey bitmişti... Ağlaya ağlaya kapıdaki taksiye yöneldiğimde ah ettim: "Beni yuvamdan attın ya , Allah da seni bu kapıdan aynı şekilde iki gözün iki çeşme çıkartsın!.." Bu bedduayı yapmamalıydım. Ama canım çok yanmıştı. Yanıma zavallı kocamı da bindirdi, yönümüzü çevirdik Malkara yoluna... Takside de yalvarıyordum: -Ne olur götürme! Beni başka bir yere götür, ama annemlere götürme... Öfken yatışınca gelir alırsın. Annemlere gidersek bir daha zor olur... Yalvarıyorum götürme... Yalvarıyorum... Maalesef beni duymuyordu bile... Çünkü emir büyük yerdendi... Annesine hem inanıyor hem sözü geçmiyordu... Derken evimizin önüne geldik. Annem de anneannemlerden geliyordu. Bizi kapıda görünce şaşırdı. Bir tuhaf oldu. Dedi ki kocama: -Oğlum ne oldu? Bu kızın suçu ne? (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00