Daha bir saat olmamıştı... Müşahede odasına baygın bir hasta getirdiler. On yaşlarında bir çocuktu. Sara nöbetinin böyle art arda geldiğini ilk defa görüyordum. Daha önce bir kerre daha nöbet gelmiş. Hemen ambulans çağırmışlar. Acilen Bakırköy Devlet Hastanesine getirmişler. Tedavi sonrası taburcu edilmiş. Ama aradan iki saat geçmeden tekrar nöbet tutmuş. Bu kez de evli olan ablası ve enişte evdeymiş. Onlar alıp getirmişler. Babası? Ortalıkta yok. Bizim gittiğimizde, aynı gece üçüncü kez gelişleriymiş. Yine sadece annesi vardı başında. Kadıncağız yorgun ve bitkin. Ne kadar çaresiz. Ağladığını bile kimselere belli etmiyor. Ama gözlerini silişinden anlalıyorum. Ben de anneydim. O an benim de çocuğum acilde sabahlıyor. İkimizin de yavrusu hasta. Ama ikimizin de şansı aynı değil. Benim çocuğumun babası benimle birlikte çocuğumun yanıbaşındaydı. Bir ihtiyaç olduğunda hemen gidip hallediyordu. Ne gerekiyorsa koşturuyordu. Ya, bu anne? O niye bu kadar çaresiz ve yapayalnızdı? Yok muydu onun kocası? Bu hasta çocuğun babası neredeydi? Birbirimize "Geçmiş olsun" dedik önce. Biraz sonra aynı odayı paylaşan iki anne olarak dertleşmeye başladık. Daha doğrusu ben onun derdini dinlemeye başladım. En son, kapı önünde fenalaştığında korsan taksici yardım etmiş. Beraber taksiye bindirip getirmişler. Adamcağız tanıdıkmış. Para falan istememiş. Bunları anlatırken sicim gibi yaş geliyordu gözünden: -Ya o anda o taksici oradan geçmeseydi, ben ne yapardım? Kocasından bahsetmek istemiyordu belki. Ama "babası yok mu?" diye ağzımdan çıkıverdi. Sormaz olaydım. Meğer alkolik bir babaymış. -Kimbilir hangi meyhanede zıkkımlanıyordur, dedi. O ara içeriye bir delikanlı girdi. Uykusuzdu. Yorgun ve bitkindi. Büyük oğluymuş. Geceleri çalışıyormuş. Duyunca iş yerinden izin isteyip görmeye gelmiş. Kardeşini yatakta öyle görünce gözlerinden yaş süzüldü. Ağabeyi idi. Ama elinden bir şey gelmiyordu. Bir saat kadar kardeşinin başında oturdu. Yatakta sessiz sedasız uyuyan kardeşini sevdi. Saçlarını okşadı ondan habersiz. Alnından yanaklarından öptü usul usul. Annesiyle göz göze geldiler ara ara. Ona teselli vermeye çalıştı. Ardından, işe gitmek zorunda olduğu için istemeye istemeye ayrıldı... -Hep böyle rahatsızlanır mı? Söylememekte kararsızdı. Ama gece yarısı derdini dökmeye de ihtiyacı vardı: -Parasızlıktan iki haftadır ilacını alamıyoruz. Babası zaten ilgisiz. Ne eve para bıraktığı var, ne bir şey. Kafası ne zaman eserse geliyor. Gelmezse nerede olduğunu ne yaptığını kimse bilmez. Çocuklarım kendilerini babasız zannetmesin diye hep katlandım. Zaten ses çıkartmaya kalksan tekme tokat dövmeye başlıyor. Böylesi filmlerde olur zannederdim. Çocuğunun ilaç parasını bile içkiye veren ilgisiz bir baba. Bu zor hayat şartlarında bir de sara hastası olan çocuğuyla çaresizliği omuzlayan anne. Allahtan evlatları anneyi yalnız bırakmıyor. Bu sorumsuz baba(lar) kendi engelli çocuklarını sahi niçin görmezden geliyor ki? Bu çocukların doğuşunda acaba hanımlarını mı suçlu görüyorlar? Hani "onu sen doğurdun" mantığıyla anneyi mi sorumlu tutuyorlar? Ya da böyle bir çocuğa sahip olmatan utandıkları için mi evden uzaklaşıyorlar? Tedavisini üstlenmek zor geldiği için mi? Niçin?.. Zaten geçim sıkıntısı içinde kıvranan bu kadıncağızları bir de bu engelli çocuklarıyla niçin bir başına bırakıyorlar? Bu nasıl insanlık? Bu nasıl babalık?!. > Sevim Taşkal-Bahçelievler/İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00