Ölü annenin koynunda üç kardeş!..

A -
A +

Annem anlatırdı... 1914 Birinci Cihan Harbi zamanında annemle beraber üç kardeş Erzurum ili Narman ilçesinin Yukarı Yayla köyünde ikamet ediyorlarmış. Savaş iyice kızıştığında babalarını da seferberlik kapsamında askere almışlar. Anneleri ile birlikte köyde savaşın son bulmasını beklemeye başlamışlar. Babaları asker olduğu zaman anneleri hamileymiş. Bu arada köylü de düşman istilasından korkarak köyü terk etmeye, muhacir olmaya başlamış. Bu ailenin ise başında kimsesi yok. Muhacir olsa nereye gidecek? Hem hamilelik son safhada... Demiş ki annesi çocuklarına: -Doğum gerçekleşsin sonra muhacir oluruz yavrularım... Evde kaç kardeş var peki? Üç kardeş. Biri yedi yaşında, biri beş yaşında en küçükleri de üç yaşında... İki kız bir de erkek kardeş... Ayı günü gelince annenin doğum sancıları başlamış. Kadıncağızın yardımına gelecek bir komşu var mı? Nerdeee? Köyde kimse var mı ki... Anneleri kendi kendine, doğum yapmış. Ama durum perişan... Ne bebeğe bakacak bir kimse var? Ne çocuklara ve anneye yedirip içirecek bir kimse... Adeta terk edilmiş metruk bir evde kalakalmışlar... Evde hazırda ne varsa yiyip içmeye çalışan çocuklar lohusa annenin ve ağlayan bebeciğin başında ağlaşmakta... Bu hale can mı dayanır? Aç acına ve doğumda kan kaybetmiş anne bir de yavrusuna süt emzirmeye devam edince ne kadar yaşar ki? Kaç gün olduğunu bilemeyiz ama aradan birkaç gün geçtiğinde vefat etmiş... En büyüğü yedi yaşındaki üç kardeş köyde yalnız başlarına kalmışlar. Küçük bebeğin ağlaması annesini emdiği zaman sustuğu için, onun ölü olduğunu bile düşünemeden ölü annesinden emzirmeye devam etmişler. Ama bu ne kadar sürecek? Sonuçta yeni doğan çocuk da bir iki gün sonra ağlaya ağlaya açlıktan annesinin koynunda ölüyor... Bu ölümlerden kimin haberi olacak? Annenin ve küçük kardeşin öldüğünü kim bilecek? Kime haber verecek? Civarda savaş devam ediyor... Tenha köyde çocuklar saatlerce annenin ve bebeğin öldüğünün bile farkında olmadan başında ağlaşıyorlar: -Anne acıktık...Hadi kalk... Ağla ağla... Ses yok seda yok... Çocuklar kâh ağlayarak, kâh ağlaya ağlaya uykuya dalarak, kâh dışarıda güya oyun oynayıp tekrar annelerinin cansız bedeninin başucuna gelerek kim bilir kaç gün geçiriyorlar... Nice zaman sonra, sakat olduğu için veya iyice yaşlı olduğu için köyden bir yere gidemeyen bir iki kişi nihayet bu durumun farkına varıyor. Manzara yürek parçalıyor... Ama elden ne gelir ki? O yaşlı ve sakat bir iki insan ne yapabilir? Hem zaten şartlar neye müsait ki? Dolayısıyla o lohusa iken can veren kadıncağızın da koynunda ölen bebeciğin de cesetlerini yıkayıp kefenlemeye bile imkan bulamıyorlar. Alelusul kazdıkları bir mezara kadıncağızın cesedini yatırıp, minik bebeğin cansız bedenini de o haliyle annesinin kucağına uzatıp defnediyorlar... Aileden geriye kalan üç yetim ne olacak? Geriye kalan bu üç yetimin başına gelenler ise anlatılmakla bitmez... Bu üç çocuktan biri olan annem, teyzem ve dayım kendi başlarına düşe kalka Erzurum'a gelmişler... Annem Erzurum'da kaybolmuş. Teyzem ise muhacirlere karışıp Trakya'ya kadar gitmiş. Oradan yani Selanik'ten gelen muhacirlere karışarak tekrar Amasya'ya gitmiş... Dayımın ise nerede olduğunu bilemedik. Teyzemi aradan geçen kırk beş yıl sonra bulduk. Rabbim bir daha böyle bir acıyı bu millete yaşatmasın. Halil Öksüz-Pasinler/Erzurum

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.