O, beş çocuğun beşini de evlendirip yuvasını kurduğu halde, biz anamıza gereği kadar bakamıyorduk. Yaşlı babam öleli de üç sene olmuştu. Zavallı anam ahir ömründe bir başına kalmıştı. Ama daha önemlisi bakıma muhtaç olmasıydı. Haftada ya da on günde bir ziyaretine gittiğimde, evini ocağını siler süpürür, banyosunu yaptırıp temiz çamaşırlarını giydirir rahat ettirdikten sonra elini öper ayrılırdım. Çok şükür hep duasını aldım. Hoş, derdim başımdan aşkındı. Ama anaya hizmet için bahane olabilir miydi? İki sene önce anam hakkın rahmetine kavuştu. Kollarımda idi can verdiğinde. İki gün öncesinden de tertemiz etmiştim evini ocağını. Çocukluğumdan beri şahidi olduğum hiçbir gün elinden düşürmediği Kur'an-ı kerimi bu kez onun başucunda okuya okuya rahmet-i Rahmana göndermiştik. İşte bundan sonrasını bir türlü aklım almıyor benim. Annemin ölümünden bir yıl bile geçmeden kardeşlerimin dilinde dolaşmaya başlamıştı: "Ölüm hak miras helal!" Ne enteresandı ki, anamın bakımı için bir araya gelip kafa yoramayan kardeşler, annemin vefatıyla miras kalan bahçeli evi satmak için nasıl da bir araya gelip kafa yormaya başlamışlardı. Bir de duyduk ki, miras kalan evin satılmasına kardeşlerimiz karar vermiş. Gerçi her birimizin mirasta payı vardı. Tabii ki her birimizin onayı olması gerekiyordu. Ama kardeşlerimiz nedense bizi, sadece notere gelip imza atacak formalite olarak görmüştü. Çünkü biz onlar gibi okumuş yazmış değildik. Onlar aklı her şeye eren, büyük adamlardı. O bakımdan bizi konunun dışında tutuyorlardı. -Abla biz annemin evini satmaya karar verdik. Pazarlığını da yaptık. -Eee? -Yarın notere gelin de imza atın. Satışı gerçekleştirelim. Çok üzüldüm. Bu ne kadar saygısızca emr-i vakiiydi. Ama sabrettim. "Hayır!" dersem oyunbozan olacaktım. Hoş, benim de sıkıntım vardı. Ama usulen de olsa fikrimin alınmamasına gücenmiştim. Yine de onlara olan sevgim ve saygımdan sesimi çıkartmadım. Ama bu olayla onların bana olan sevgisini de öğrenmiş oldum. Dedikleri gün notere gittim. Baktım diğer ablama da sadece "notere gel imza at!" demişler. İmza atma sırasında dedim ki: -Peki bizim hakkımız olan paramız nerede? Kardeşlerim para konusunu merak etmeyin diyordu. Oysa notere atılan imzada, hakkımıza düşen parayı aldığımı beyan ediyor ve imzalamış oluyorduk. Onların bizden utanmadan aldıkları bu kararı ben utanarak da olsa protesto etmek zorunda kaldım: -Her şeyi ayarlıyorsunuz da iş paraya gelince mi yarına kalıyor? Paramı almadan imza atmıyorum. Noterden çıkıp gitmeye niyetlendiğimde hiç ummadığım bir ses yankılandı. İçimizde en okumuşumuz diye, yaşça benden çok küçük olmasına rağmen ilmine saygı duyduğum küçük kardeşimin sesiydi: -Verin su acın parasını. Doyurun su açı önce!.. Hançer gibi saplandı ardımdan bu söz... Ölene kadar da ciğerimden çıkmayacaktı... Demek ablasına bu gözle bakıyordu... "Acın biri" Döndüm dedim ki: -Demek öyle ha... Yazıklar olsun!... Sen aç değilsin de, niçin apar topar satıyorsun anamın evini? Attım imzayı gittim. Para vereceklermiş, vermeyeceklermiş hiçbiri artık umurumda değildi. Beynim zonkluyordu... Yıllar yılı çevresine Yunus Emre'nin "mal da yalan, mülk de yalan..." nasihatini söyleyip de kendine geldiğinde gözü bir şeyi görmeyen zamane âliminin acınası halini düşündüm yol boyu... İlim sahibi olmak kolaydı da ilmiyle amil olmak her babayiğidin harcı değildi... Birkaç gün sonra getirdiler bir miktar para. Sonra bir miktar daha falan derken birazı kaldı birazı verildi, hiç önemli değil... Önemli olan şuydu: Anamdan arta kalan o "baba evi" üç kuruş için satılırken, arada kardeşlerin birbirine olan gerçek sevgi ve saygısı da ortaya çıkmıştı. Mal araya girdiğinde hiçbir değerin anlamı kalmıyor, herkesin gerçek değeri ortaya çıkıyordu. Rumuz: "Gurbet kuşu"-Ankara Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00