Ah anneciğim... Ne çok sevmişti meğer babamı... Ona deliler gibi âşıktı... Hoş, babam da âşık olunacak biriydi. Boy pos onda, endam onda... Filinta gibiydi. Ama huyu huy değildi babamın... Ev hanımı olan annemi çok üzüyordu... Ayağı dışarıda derlerdi öyleleri için... Babam pervasızdı. Babam acımasız... Babam başkasıyla birlikteydi!.. Biz o yıllarda çocuktuk... Bilmiyorduk ama babamın eve uğradığı günler gittikçe azalmış sonunda eve hiç uğramaz olmuştu. Herkes anneme "Bırak dön gel baba evine" diyordu. Bu terbiyesiz adamın kahrı mı çekilir? Ama annemin engin sabrı bitmiyor tükenmiyordu. Diyordu ki: -O nereye giderse gitsin... Ben çocuklarımı yalnız bırakamam. Babasız büyüyecekler hiç olmazsa anasız da büyümesinler... Babaannem de gerçekten anneme annelik yapmıştı. Bir kaynananın böylesine gelinini koruması ender bir durumdu. "Kızım, sen haklısın... Gücüm yettiğince yanında olacağım" demişti. Oğluna söz geçiremeyen ana, gelinine hiç olmazsa manevi destek veriyordu. Gerçekten de bizi annemle babaannem büyüttü. Aç susuz kaldığımız günleri hiç unutamam. Gurbette harçlıksız kaldığımız günleri de... Ya anneciğimin analığı... Saçını süpürge ederek bizi okutmak istemişti. Hoş, biz de onu mahcup etmemek için var gücümüzle çalışmış ve ikimiz de güzel okulları kazanmıştık. Ağabeyim İnşaat Mühendisliğini tutturmuştu ben eczacılık fakültesini. Bizim okumamız onun tek tesellisiydi. Ama anneciğim hiçbir şeyle teselli olmuyordu. Çünkü garibim, kocasını yine de çok seviyordu. Onu kaç gece gizli gizli yalnız başına ağlarken görmüştüm de utandırmamak için görmezden gelmiştim... Duygular kelimelerle anlatılamıyor ki... Çok kızıyordum babama. Ne olurdu bu kadıncağızı üzmese... Ama babamın hiçbir şey umurunda değildi... Varsa yoksa o, uzatmalısıyla gününü gün ediyordu... İşte bir gün banyoda çamaşır yıkarken fenalaşmıştı annem. Acil olarak hastaneye kaldırmışlarsa da kurtarılamamış, beyin kanamasından vefat etmişti... Anneciğim... Ah anneciğim... Gün görmeyen çileli anneciğim... Nasıl ağladık annemin ardından... Ama o da ne öyle? Babam duymuş gelmişti cenazesine... Ancak ne yüzle gelmişti? Ama kocası değil miydi? Ne de olsa kocasıydı... Gelmişti işte... Fakat hiçbir şey umurunda olmayan babam annemin tabutu başında çocuklar gibi ağlıyordu... -Ah vefalım benim ah, diyor diyor kapaklanıyordu tabuta... Ama bu geçici bir duygu olmalıydı. Çünkü biliyorduk ki babam iki gün sonra yine arzu ettiği hayata dönecekti... Ne var ki bu kez yanılmıştık... Babamın anneme duyduğu pişmanlık her geçen gün bir çığ gibi büyümüş, büyümüş ve onu yutmuştu... Annemin ölümüyle bir rüyadan uyanır gibi uyanmıştı babam. Gözyaşı ve pişmanlık dolu bir dünyaya uyanmıştı... Kırk beş yaşında halen delikanlı gibi duran babam annemin kırk yaşında vefatıyla şoke olmuştu... Öyle ki ona duyduğu vicdan azabından, sanki onunla birlikte kendini de diri diri mezara koymuştu. Uzatmalısından da, hayattan da her şeyden uzaklaşmış, kendini hayatın yalnızlığına mahkum etmişti... Geçtiğimiz sene kendisi de vefat edene kadar hep annemin ardından pişmanlık gözyaşı döktü... "Evlen unutursun" diyenlere "onu unutmak istemiyorum" diyordu. Meğer annemi ne çok seviyordu... Buradan tüm eşlere sesleniyorum. Birbirinizin yokluğunu hayal ettiniz mi hiç? Ansızın çekip gittiğini... Eğer yüreğiniz sızlıyorsa yokluğuna, seviyorsunuz demektir. Sevginizi saklamayın, derim. Sonra babam gibi bir ömür pişman olmayın... Semanur Aydın-Çanakkale > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00