Otuz yıldan sonra başıma gelene bakın!

A -
A +

Yedi sekiz yıldır gazetenizin abonesiyim, köşenizin de sürekli okuyucusu. Okuduğum her yazınızda sevinçli durumlara seviniyor, üzücü durumlara da üzülüyorum. Bir gün gelip de benim de bu köşeye hatıra yazacağım, hiç aklımdan geçmezdi. Bu aile dramıyla bir şey hatırlatmak istiyorum. Özellikle evde saçını süpürge ederek koca yolu bekleyen hanımlar... Kocasının namusunu namus bilen iffet sahibi kadınlar... Ve onları bir hiç yüzünden, kör nefisleri uğruna aldatacak kadar kendini dağıtmış erkekler... Kendinize gelin... Birbirinizi değil aldatmak, birbirinize daha munis olun. Bilin ki, eşinizin dışında size gülen kadın çehresi, gerçekte sizin yüzünüze değil cebinize gülüyordur. Buyurun dinleyin otuz yıldan sonra başıma gelenleri... Bundan bir ay önce tesadüfen duydum. Meğer eşim, beş altı senedir dul bir kadınla beni aldatmaya başlamış. Bu acı haberi alınca yıkıldım. Mahvoldum. O an ölmeyi ne çok istedim. Otuz koca yıl geldi geçti gözlerimin önünden. Oysa biz otuz sene öncesinde hem de birbirimizi deliler gibi severek evlenmiştik. Eşim ki, kendi iş yeri olan, hali vakti yerinde bir insandı. Ben de çalışıp emekli olmuştum. Benim de emekli maaşım var. İki oğlumuz bize hiçbir problem çıkartmadan okuyup ekmeklerini ellerine almışlardı. Böylesi güzellikler içindeyken bir kadın musallat oluyor eşime. Müşteri olarak geliyor hem de... Meğerse, bu alemin içinde bulunan ve kadınları da erkekleri de bu aleme çeken biriymiş. Belki bu haliyle insanlıktan intikam almaya çalışan biridir kimbilir. Tabii bizim ağzı açık ayran delisine diller dökerek, "seni falancayla tanıştırayım, filancayla tanıştırırım" gibi allı pullu sözlerle eşimden veresiye mal alıyor. Bu bir iki derken bize epey bir borç takıyor. Eşim de borcunu alabilmek için onu kırmamaya çalışıyor. Derken bir gün bu tekliflerden birine "evet" diyor. Birlikte bir kadına gidiyorlar. İşte o günden sonra da iplerini o kadının eline veriyor. Eşinden ayrılmış ve usulen bir iş yerinde çalışan kırk yaşlarında, bir kız bir de erkek çocuğu olan dul bir kadın. Eşim bu kadına ve bu aleme para akıtmaya başlıyor. Ne bilsin zavallı, bu alemin içindekilerin, aslında kendisine değil de yeme içme anlamında parasına düşkün olduğunu. Çünkü bu alemin gereği su gibi para akıtmasıdır. Zaten kim bu alemin içine düşerse, rezil rüsvay oluyor. Parası da gidiyor, millete de rezil oluyor. Parasını yiyenler ise elinde para kalmadığını anladıklarında kapıyı yüzüne kapatıveriyorlar. Mutluluğu evinde değil de dışarıda arayan bedbahtlar bu sanal cilveye tav olup, aynen salatalık gibi soyulup sofraya cacık ediliyorlar. Bizimki de, böylesi bedbahtlardan olduğunun hem farkında değil, hem bize haber vermiyor. Elinde avucunda ne varsa eriyip gidiyor. Nelerimiz gitmedi ki?.. İki arabamız, iki arsamız, benim emekli ikramiyem, çocuklarımızın kazançları, onlarca banka kredileri... Yetmedi ele güne yapılan borçlar... Bir anda o eski çalışan adam gitmiş, yerine, eline geçen üç kuruşu ertesi gün yok eden adam gelmişti. İtibarımız sıfırlanmış, evlerimize hacizler gelmeye başlamıştı. Ne oluyordu bu işlere böyle? Ne yaptığını bilmiyoruz ya, boyuna sorup duruyorum kendisine: -A efendi ne oluyor böyle? Bunca para nereye gidiyor? Ortaya hesap kitap koyamayınca, yaptığı işe göre kumar oynamayı daha az çirkin bulmuş olmalı ki, "Kumar oynamaya başladım, o yüzden" dedi. Bu arada yalvarmalarımız, ısrarlarımız hiç fayda etmedi. "Psikoloğa götürelim" dedik kabul etmedi. Biz de onu kumarla uğraşıyor sanıyoruz. Çocuklar, "Anne, babamızın ne bitmez borcu var?" diye sitem ediyorlar. Ben "Bırak artık şu kahve alışkanlığını, bu geç gelmeleri bırak!" diye yalvarıyorum. Onu kahveden geliyor zannediyorum. Altmış yaşında bir adamın böylesi bir kadınla olacağı hiç aklımın ucundan bile geçmiyor. Yine o, bizden zorla aldığı paralarla, işte ne bileyim Polonezköy'de içkili lokantalarda yiyor, veya İstanbul'da basit bir kimlikle girilebilen otellere gidiyormuş. Bir gün, "Artık senin bu borçlarına dayanamıyacağım. Ya seni ya kendimi öldüreceğim" diye kıyameti kopardım. Baktı ki pabuç pahalı. Dostuna 300 milyon verip oradan başka yere taşınmasını sağlamış ve ayrılmışlar. Aradan yedi sekiz ay geçmiş. Ben ancak duydum. Onun bu yaptığı terbiyesizliği asla affetmiyorum. Ayrılmak için avukata başvurdum. Eşim ve küçük oğlum çok yalvardılar. "Otuz yıllık evliliğim yıkılmasın" diye yüreğim kan ağlayarak vazgeçtim. Yetkililere sesleniyorum. Böylesi kadınlar, paralarını alabilmek için böylesi "geri zekalı" adamları alıp alıp lokantalara otellere falan götürürlerken hiç mi ciddi kimlik kontrolü yapılmaz. Bu oteller niye eş olmayanlara göz yumarlar? Para bu kadar mı önemli oldu. Hiç namus, şeref, haysiyet kalmadı mı? Otuz yıllık emeğimiz, yüz milyardan fazla malımız gitti. Onmilyarlarca borcumuz birikti. İçimden hiç çıkmayacak bu acıyla yaşıyorum. Varın anlayın perişan halimi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.