Komşumuzun dediği gibi çıkmamıştı. Annem o akşam gelmeyecekti. Akşama kadar babamın dönüşünü bekledim parkta. Babamla birlikte kol kola çıkıp gelen kadın benimle hiç ilgilenmezken, babam öylesine sormuştu: -Karnın aç mı? -Iııh, dedim. O da üstelemedi. Ben terk edilmiş ruh haliyle odama çekilirken babam o kadınla kendi âlemindeydi. Annem? Küçük kardeşim? Onlar şimdi ne yapıyordu? Aklıma anneannemler geldi. Annem mutlaka oraya gitmişti. Birden ümitlendim. Belki dedemler durumu öğrenince damatları olan babama bir şey söylerlerdi. "Ya söylemezlerse?" Çocukça soruma çocukça cevap: "Biz dedemlerde yaşarız." Çocuklar kadar yufka olmuyor muydu büyüklerin yüreği? Ya da büyüdükçe mi nasırlaşıyordu? Güvendiğim o dağa da kar yağmıştı. Demişler ki öz kızları olan anneme: -Buradan tek gittin, gelirken de tek gelirsin? -Ya çocuklarım anne? -Biz kimsenin çocuğuna bakamayız. Biz anneannemler için kimsenin çocuğuyduk öyle mi? Yazıklar olsun... Annem çaresiz... Ne yapacağını bilemiyor... Diyor ki, "Bari en kısa zamanda kendime bir yer bulana kadar küçük çocuğumla bir süre kalmama izin verin." Ses çıkartmıyorlar güya... Aslında bu sessizlik "bir an önce git" demenin diğer adı. Bu nasıl anne baba onu da anlamış değilim!.. Aradan çok geçmemişti... Görünüşe göre annem o kargaşa, o yeis ve bunalım ortamından kendine sığınacak yeni bir liman arıyordu... Artık tuhaf bir hayat başlamıştı benim için... Sabah babam ve yeni karısıyla birlikte ben de evden çıkıyordum. Aslında çıkartılıyordum. Sonra, akşam onlar eve dönene kadar okul dönüşü parkta bekliyordum. Niye? Bir anahtar yaptırmak zor muydu? Ama o kadın istemiyordu. Evde tek başıma bir yaramazlık yaparmışım. Ya da evi, gelene gidene karşı koruyamazmışım. Babam olacak o adam da, "Bu çocuğu sokakta kim koruyacak?" diye sormuyordu. Bana, akşama kadar bazen komşular yemek yediriyor, bazen aç bekliyordum. Fakirlikten değil. Herkesin ne iyi zannettiği babamın cibilliyetsizliğinden... Yine böyle okul dönüşü parkta kendimle cebelleşirken bir gün annem çıka geldi. Küçük kardeşim de yanındaydı... Onları gördüğümde dünyalar benim oldu. İşte annem beni de alıp gidecekti... Onun için gelmişti... Ama yanılmıştım. Annem beni öpüp kokladı... Biraz ağladı... Sonra da beni annesiz bırakan o kara haberi söyledi: -Kızım ben evlendim... Aslında böylesi gamsız ana babaya şaşırmaya ne gerek vardı ki? Annem şaşırmama aldırmadan kendince asıl zor olan kararı bildiriyordu: -Ama yeni kocam, küçük kardeşini ancak kabul etti... Seni de yanıma almak isterdim ama alamıyorum... Keşke gelmeseydi annem... Keşke bir ömür onun hasretiyle yaşasaydım da onun karşımda bu kadar ruhsuzlaşmasına şahit olmasaydım... Bana bir şeyler getirmişti. Ara sıra geleceğini, karnımı doyuracağını, üst baş getireceğini söylüyordu. Böyle birkaç defa geldi de... Ben ise her defasında "Ne olur beni de götür anne!" diye yalvarmıştım... Her defasında ağlamıştım ardından... Hayatımda tek pişman olduğum gözyaşlarım onlardı... Beni evlat olarak sokakta bırakacak kadar kalpsiz bu insanlar için mi ağlıyordum? Değer miydi onlar bu gözyaşıma? Şu an üniversitede okuyan, hayatta oldukları halde annesi babası olmayan bir genç kızım!.. Ne bayram bilirim hayatımda ne tatil... Bana sadece gece barınağı olan o evde, beni uzaktan bir gölge gibi gözetip kollayan komşumuz Rahime Teyzenin sayesinde hayata tutundum. Okullarda velim oldu. Törenlerde annem oldu... Bana öz kızı gibi kol kanat gerdi. O olmasaydı ben ne olurdum?.. Rumuz: "Kuruyan gül"-İzmir > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00