Sarışın, yeşil gözlü dünya güzeliydi ama...

A -
A +

O zamanlar en fazla beş altı yaşlarındaydım. Özellikle de kış akşamları bizim ev, çoğunluğu gençlerden oluşan gruplarla dolup taşardı. Bunun sebebi rahmetli babacığımın anlattığı sevda masallarıydı. Canım babam, öyle hoş anlatırdı ki dinleyenler kendinden geçerdi. Neler anlatmazdı neler... Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin babamın dilinden bambaşka heyecan verirdi. Hele bir de bunları anlatırken yanık sesiyle kendine has ezgileri yok mu, mest ederdi hepimizi... Sevenler birbirine ne kadar bağlıydı. Birbirini ne çok seviyordu. Nasıl yüceydi sevgileri... Ama niçin birbirlerine bir türlü kavuşamıyorlardı? Biz çocuklar bu ince duygulardan pek bir şey anlamazdık ama yine de babamın dizi dibine oturur heyecanla dinlerdik. Zehra Abla köyümüzün güzel kızıydı. On altı on yedi yaşlarındaydı. Uzun boylu, sarışın yeşil gözlü bu dünya güzelinin, meğer köyün en yakışıklı delikanlısı Serhat'a gönlünü kaptırıp da derdini kimselere anlatamadığını nerden bilirdik? Babamın anlattığı masallara en çok o gözyaşı dökerdi. Tabii o zaman onun neden bu kadar çok etkilendiğini kimse anlamıyordu. İstenmeyen nedenlerle köyümüzü tüm güzellikleriyle arkada bırakıp büyük şehrin hiçbir zaman sevemeyeceğim kalabalığına karıştık. Burada insan çok ama komşu yoktu. Herkes koca şehirde kendine yaşıyordu. Geceleri ne masal anlatacak ne dinleyecek kimse oluyordu. Akşamları herkes susuyor sadece televizyonlar konuşuyordu. Aradan birkaç yıl geçmişti ki köyümüzün güzeli Zehra Abla, masallarda yaşanan kadar zor olmasa da önüne çıkan zorlukları aşarak canından çok sevdiği Serhat ile kaçarak da olsa evlenmiş o da bizim gibi Ankara'ya gelmişti. Kocası üniversite bitirmiş ve iyi bir işe girmişti. Hele bir de kızları doğduğunda dünyalar onun olmuştu. Bu arada askerlik görevi gelip çatmıştı. Serhat Ağabey askere giderken çok sevdiği karısını ve kızını bizlere emanet etmişti. Hasretle geçen ayları neticede bitmiş ve Serhat Abi yeniden işine ve evine dönmüştü. Karısını ve kızını bağrına basmış onları mutlu etmek için kaldığı yerden var gücüyle çalışmaya başlamıştı. Tanıyan herkes hayrandı onların sevdasına. Masal kahramanları gibi ayrılmamış bu evliliğe karşı çıkan herkese direnmiş sonunda muratlarına ermişlerdi. Ama onların sonu masal kahramanlarınınkinden daha hazin olmuştu. Askerlik dönüşü bir de oğulları dünyaya gelmişti. Artık dünya onlarındı. Ne yazık ki hiçbir şey baki değildi. Onların mutluluğunu hiçbir şey bozamaz derken bir trafik kazası dünyalarını karartmaya yetmişti. Serhat geçirdiği bir trafik kazasında ağır yaralanmış, kaldırıldığı hastanede bir ay yaşama mücadelesi vermiş ama tüm müdahalelere rağmen hayatının baharında toprakla kucaklaşmıştı. Hem de bakmaya kıyamadığı güzel Zehra'sını ve iki körpe yavrusunu acılar içinde bırakarak. Çocuklar çok küçüktü. Yaşananların vahametini pek anlamasalar da akşam olup eve gelmeyen babalarını merak ediyorlardı. Annelerinin neden her gün ağladığına ise bir anlam veremiyorlardı. Çok genç ve çok güzel Zehra çaresizdi artık. İki çocuğu ile koca şehirde ne yapacak? Bir işe girmek istese bu çocuklara kim bakacak? Büyük şehir her yönüyle onu çok korkutmaktadır. Hasret acıya, acı korkuya, korku bunalıma dönüşmüştür. Büyük bir ruhsal çöküntü yaşar. Sinirleri oldukça bozulmuştur. Tanıdıklarının tavsiyesiyle bir psikologa giden Zehra artık orada kendini koyuverir. Doktorun karşısında güzel gözlerinden yaşlar boşanırken çaresizlik içersinde titremektedir. > Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.