"Sen ne mübarek bir annesin"

A -
A +
Türkistan'dan Türkiye'ye gelip sonra da Konya'ya yerleşen seyyid ailenin hamile gelini sancılanınca beni aramışlar; ebe olmadığını doktor olmadığını söyleyip imdat istemişlerdi. Kendilerine "orada arabası olan birinden rica edin, sizi alsın Konya'ya hastaneye kavuştursun" dedim. Telefonda bir başka arzusunu daha dile getirdi:
"-Efendim, bir de yakacak falan da yok, gelirken yakacak da getirseniz..."
İyi hatırlıyorum bizim Mehmet Başgümüş diye bir arkadaşımız vardı, hemen onu aradım. Arabasının arkasına tahta vs. yakacak koyduk. Hanımı da aldım derhal hastaneye gittik. Sabah ezanları okunurken bir anons geldi ki çocuk doğmuş!..
Evet, Konya'da bir seyyid doğdu, kimsenin haberi yok. Garipler, evleri yok, eşyaları yok hiçbir şeyleri yok. Üstelik bir de kanunen kaçak durumdalar. Her an hudut dışı edilme tehlikeleri var... Neyse bizim hanım, annenin yanına gitti hazırlıkları yaparak çocuk kucağında dışarı çıktılar.
Bu hanım da Türkmen. İran Türkmenlerinden, çok asil bir hanımefendi. Kocası henüz gelememişti, bu kadar zor şartlarda yaşadığı halde halinden hiç şikâyet etmiyor...
Köye doğru giderken dedim ki: "Türkmen Bacı! Senin kucağında olan bir seyyiddir. Onun büyük dedesi Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem) doğduğu zaman dünyada kapkara bir zulmet başlamıştı. Ama bak şimdi bütün dünya onun ismini zikrediyor, kıyamete kadar onu zikredecek. Sen ne kadar mübarek, ne kadar şanslı bir annesin ki senin kucağında bir evlâd-ı resûl var. Bir Peygamber torunu var. Hiç bilinmez ki, bu da kim bilir yarın nelere vesile olur..."
Köye vardık, çocukla hep beraber eve girince bir neşe bir sevinç oldu ki anlatamam, âdeta bayram oldu, herkes sevinçten uçuyordu...
Babaanne Hacer Teyze; "Gel, sen bunun adını koy" dedi. Ben de; "Olur mu hiç, bu iş bana düşmez. Çünkü senin oğulların var, sizler seyyidsiniz kendiniz koyun ismini" dedim. Fakat; "Yok, sen vereceksin ismini" diye ısrar etti. Benim de o an içimden geldi "Serdar" dedim adına. Oooo, oğlanlar, kızlar... Odayı bir sevinç çığlığı doldurdu ki ne olduğunu bile anlayamadım. Meğer bunların Mezar-ı Şerifte vefat etmiş olan merhum babaları, oğullarını "Serdarlarım, Serdarlarım" diye severmiş. Yaşanan büyük coşku bundanmış... Merhum babalarına Afganistan'da Seyyid Muhammed Muhyiddin Bülbül Kâri diyorlarmış. Kâri 'hafız' demek. Yani bülbül gibi kuran okuduğu için "Bülbül Hafız" derlermiş. Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.