"Seni ne ilgilendirir, kimsin sen?"

A -
A +

Kocaman vapur, deniz suyunu köpüklere boğarak iskeleden açılmaya başlamıştı. Yolcular belediyenin yeni yaptırdığı vapurdaki lüks koltuklara kurulmuştu. Vapurlarda gazete, kitap, dergi vb. okuyan yolcuların sayısı hayli fazlaydı. Bir genç bayan da çantasını açmış dokümanlarını çıkarıp okumaya başlamıştı. Arapça harflerle yazılmıştı. Acaba dinî bir yazı mıydı? Merak ettim ama elden ne gelir. Artık eskisi gibi kimse kimseye bir şey soramıyordu. Merakımı içime hapsedip önüme dönecekken orta yaşlarda biri, bozuk Türkçe'siyle bu bayana seslendi: -Kusur kalmazsın. Bir şey soram mı? Kadın okuduğu yazılardan başını kaldırıp "Buyurun" der gibi adama baktı. Kavruk tombul yüzüyle, ceketi ve 70'li yılların modası yeleğiyle, başındaki köy beresiyle bu Anadolu insanı devam etti: -Bu bir dinî yazı mıdır? Men medrese tahsili görmişem. Bir tarafta modern bir hanım... Elinde ise Arabi harflerle yazılmış bir tomar kağıt... Bir tarafta tombul yanaklı kavruk Anadolu insanı. Ama bu insanın koca vapurda kimsede olmayan medeni cesareti... Ya bu kadın derse ki: "Seni ne ilgilendirir? Kimsin sen?" Ya şimdi vapurda da televizyonlardaki gibi senlik benlik yüzünden gergin bir ortam yaşanırsa... Ama hiç de öyle olmadı. Kadın gayet kibar cevap verdi: -Bunlar dinî yazı değil. Türkçe. Harfleri Osmanlı dönemine ait. Yani Osmanlıca. Adam başıyla, "anladım" der gibi yaptı. Bayan da tekrar okuduğu yazılara döndü. Biraz sonra bu şahsın cep telefonu çalmıştı. Az önce Türkçe konuşmakta zorlanan bu adam, cep telefonunda anlamadığımız bir lisanla bülbül gibi konuşmaya başlamıştı. Etrafta birkaç kişi, asık suratla bu konuşan vatandaşa baktı. Sonra önüne döndü. Belli ki bu konuşma tarzından rahatsız olanlar olmuştu. Ama yine enteresan bir şey oldu. O modern giyimli bayan, telefon konuşması bittikten sonra bu meçhul medreseliye dedi ki: -İncelediğimiz metinler arasında konuştuğunuz lisanda da birçok eser mevcut. O kaba görünümlü adamdan çok nazik bir cevap geldi. Yine bozuk Türkçe ile: -Bilmedigim için bu dilden konuşmusam. Gusura kalman. -Hayır, kusur yok... Herkes öğrendiğini konuşur elbette... -Siz ne işle meşgul olursunuz? -Üniversitede öğretim üyesiyim. Ya siz? -Ben Agrı'dan gelmişem. Burada oglumun bir alacaği için gelmişem. Misafirem. -Hoş gelmişsiniz. -Madem ilim hanımısan bir şey söyleyem mi? -Buyur? -Ceddimiz bize öğretmişlerdir. Her faydanın başı ilimdir. Her fenalığın başı cehalettir... Vapur Üsküdar'a yaklaşırken, o bayan ile o Ağrılı ne de hoş bir sohbetin içinde buluvermişti kendilerini... Memleketin tenha köşelerinde kalsa da irfan üzere duygularını samimi bir şekilde dile getiren bu amcaya hayran kalırken milyonların her gün iç içe yaşadığı bu koca şehirde herkesin kendi içine kapanmışlığına bir kere daha hayret ettim. Sahi, bizi birbirimizle "merhaba" bile demekten çekinir hale getiren bu koca şehir miydi? Yoksa medeniyetin nimetleri sandığımız ve her gün tek başımıza izlediğimiz televizyonlar, tek başına okuduğumuz köşe yazıları, tek başına okuduğumuz gazetelerimiz miydi? İşte biri Doğu'dan, biri Batı'dan, biri medresede okumuş biri üniversiteli, üstelik biri erkek biri bayan ve ilk kez karşılaşan bu iki insan koca vapurda, içine kapanmış somurtuk suratlara nispet samimi bir sohbet kurmamış mıydı? Yolculuğu keyfe dönüştürmemiş miydi? Yok ben yanlış düşünüyorsam, bizi bu ülkede birbirinden uzaklaştıran, kendimizden çekinir hale getiren neydi? Serpil Meneviş-Üsküdar/İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.