Siz olsanız ne yapardınız?..

A -
A +

Tayinim, Giresun'dan Ordu'ya çıkmıştı. Göç hazırlığımı tamamladım. O yıllarda evden eve nakliyat diye bir şey yok. Çıkıp piyasada bir kamyon şoförüyle anlaştım: -Arkadaş ev taşıyacağım. Müsait misin? -Tabii ki şefim... Yüküm boşalmak üzere... Biter bitmez çıkarız. Sevindim. Gerçi yükün boşaltılması tahminden uzun sürmüş, ha şimdi ha şimdi derken vakit neredeyse akşamı bulmuştu. Yapacak bir şey yoktu. Kamyon yükünü boşalttı. Birlikte bizim eve geldik. Komşular, çoluk çocuk eşyaları kamyona taşıdık. Vedalaşıp yola çıktık... Çok geçmeden şoförün direksiyonda pelteleştiğini fark ettim. Bu adam çok yorgundu. İçimi bir huzursuzluk kapladı... İşte şoförün göz kapakları ağır ağır kapanıyordu... Hem de ikindi vakti... Zavallı adamcağız gayret ediyor, göz kapaklarını yukarı kaldırmaya çalışıyordu. Nafile... Çünkü o iki göz kapağının üzerinde tonlarca ağırlık vardı... Olanca gayrete rağmen kapanıyordu... Benim gözlerimse fal taşı gibi açılmıştı. Dayanamayıp ikaz ettim: -Arkadaş sen galiba uyuyorsun. Başını hafif yukarı kaldırdı. Ama cevap bile veremedi. O kadar uyuşuktu. Göz kapaklarını açamıyordu. Biraz zorladı... Bir iki saniye geçmedi ki yine... Tamam, bu vatandaş böyle yola devam edemezdi. Dedim ki kararlı bir şekilde: -Arkadaş, böyle giderse sen hem beni hem kendini canımızdan ve malımızdan edeceksin. Çek sağa ve dinlen... Uyu! Zararı yok, ben gece gitmeye de razıyım. Bu böyle olmaz... -Abi alışığım ben, bir şey olmaz... -Hayır, çekeceksin kenara ve dinleneceksin... Hadi bakayım... Israrım ve kararlılığım karşısında direnemedi. Az ileride yolun sağındaki bir caminin önünde park ettik. Arabadan indi... Şadırvanda elini yüzünü yıkadı... Ama o zaman fark etmiştim. Nasıl yorgun ve bitkindi... Dedim ki: -Kardeş, bu elini yüzünü yıkamakla açılacak bir uykuya benzemiyor... Sen kaç gündür uykusuzsun bana onu söyler misin? Benim hesaba çeker gibi dostça yaklaşmam üzerine kan çanağına dönmüş gözleriyle gözlerime baktı... Sonra başını omzuma koydu... Hıçkırıklarını koyuverdi. Boynuma sarılıp öyle bir ağlamaya başlamıştı ki şaşırdım... Koskoca adam ağlıyordu... Çocuklar gibi ağlıyordu... Hiç ses çıkartmadan başı omuzlarımda sarsıla sarsıla ağlamasına müsaade ettim... Neden sonra bir külçe gibi kucağıma yığıldı. Hem ağlıyor hem anlatıyordu: -Bu hayat çekilir mi abi... Ben bitmişim... On beş gündür yatak yüzü görmedim... Tabii ya... Kamyon adamcağızın ekmek teknesi... Bir sürü borcun altına girerek almış. Ama senetler öyle yüklü ki öde öde bitmiyor. Ama mazot parası o fiyat... Ev kira... Çoluk çocuğun okul masrafı, şu bu... Tek gelir kaynağı işte bu kamyon... Yük taşımak ise neredeyse karın tokluğuna geliyor. O bakımdan adam gece gündüz yük taşısa ancak taksitleri çıkartıyor... Yoksa iş icraya binecek, elindeki kamyona banka el koyacak... Adamcağızın hiçbir art niyeti yok... Sadece borcuna para yetiştirebilmek için hiç durmadan direksiyon sallaması lazım... Buna vücut dayanır mı? Artık iflas etmiş... Orada bir iki saat dinlendirdim ve eşyamı Ordu'daki yeni adresime taşıdım. Ama aradan bunca sene geçti, o kamyoncuyu hiç unutamadım... Trafiğe çıkan araçlara demesi kolay: "Trafik kurallarına uyalım uymayanları uyaralım!" Peki ya, bu kamyon şoförü gibi onca zavallıya bu öğütler verilirken onlara bu kadar ağır hayat şartlarıyla cebelleşmede kimin ne kadar sorumluluğu var hiç hesap ediliyor muydu? Ve bu şoför bir kazaya sebep olduğunda sizce asıl trafik canavarı bu çaresiz şoför müydü? Fahri Dizi-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.