Sosyal faaliyetten evine bakamayan gelin!

A -
A +

Şırnak'ta vatani görevini yapıp dönen oğluma, gazete ilanıyla iş ararken, yaşlı ve hasta bir bayana bakıcı aranıyor ilanıyla kendim için iş bulmuş, verilen adrese gittiğimde ise gördüklerim karşısında hayretten neredeyse dilim tutulmuştu. Evin gelini, bir deri bir kemik kalmış olan kayınvalidesinin anlattıklarına şaşırmam üzerine bendeki ruh halini fark eden evin gelini hemen araya girip konuşmaya müdahale etti: -Adınız Nazan idi değil mi -Evet, dedim. -Konuyu değiştirmenin gayretiyle devam etti: -Bakın Nazan Hanım, gördüğün gibi kadıncağız çok yaşlı ve hasta. Birtakım hayaller görüyor. Ne dediğini ne yaptığını bilemiyor. Ben neredeyse her gün sokağa çıkıyorum. Kendim emekli hemşireyim. Birtakım sosyal faaliyetlerim var. Dolayısıyla bununla ilgilenemiyorum. Eşim de emekli ama çalışmak zorunda Maddi sıkıntılar yaşadık çünkü. Bir oğlum var 35 yaşlarında. Evlenmedi. O da bizimle oturuyor. Kayınvalidem ile bu odada yatıyor. Geç gelip erken gidiyor. İki kızım var onlar da çalışıyorlar. Anlayacağın kalabalık bir aileyiz ama sen sadece bu yaşlıyla ilgileneceksin. Sabah saat 9'da gelir akşam saat 4'te çıkarsın. Maaşın ise bu. Eğer kabul edersen yarın gel başla... Ben onun konuşmasını sanki duymuyordum. Düşüncem, bir an evvel buradan gitmek ve asla bir daha da gelmemekti. Ama bu zavallı yaşlı teyze sanki tek gözüyle bana "gel" diye yalvarıyordu. Öyle zavallı öyle perişan bir hali vardı ki. Boğazıma bir şey düğümlendi. Gözlerim yaşardı. İnanın asla abartmıyorum. Zavallı teyzenin içler acısı halini anlatabilecek kelime kendimde bulamıyorum. Ağzımdan çıktı: -Peki yarın gelip başlarım. Bu kelimeler ağzımdan nasıl da kendi kendine döküldü, hâlâ anlamış değilim. Âdeta büyülenmiş gibiydim. Yıl 2004 idi. Aylardan galiba ekimdi. Ama kesin olarak biliyordum ki mübarek ramazan ayına da çok yakındı. Çünkü eve dönerken yol boyu düşünüyordum: "Şu mübarek ayda o zavallı ihtiyarın duasını almış olurum..." Bu düşünceyle kesin kararımı verdim. Eve geldiğimde de işe başlayacağımı söyledim. Ertesi gün bana belirtilen saatte oradaydım. İlk işim teyzenin kahvaltısını yaptırmak olacaktı. İsminin Selma olduğunu söylediğim evin hanımı mutfağa çağırdı. Mutfağa girdiğimde yeni bir şaşkınlıkla karşılaştım. Ya Rabbi bu ne pislikti Her yer leş gibiydi. Bu gri dolaplar yağ tabakasından yer yer siyahlaşmıştı. Poşetlerde çöpler birikmiş, nereye elimi atsam elime yapışıyordu. Burada sanki insanlar yaşamıyordu. Yani kendileri yapmıyorlarsa hiç olmazsa ayda bir kere temizlikçi de mi getirememişlerdi Allah'ım ben bu evde nasıl çalışacaktım Açlıktan ölürdüm. Bu kadının pişirdiği yemekler de yenilmezdi. Bu mutfakta pişen yemekler de ne kadar sağlıklı olabilirdi Su bile içmeye insanın midesi elvermiyordu. Selma Hanım, küçük paslı bir teneke tepsiye bir şeyler hazırlıyordu. İşi bitince bana seslendi: -Al götür şu kadının kahvaltısını. Tepsiyi elime aldığımda artık beynim durmuştu. Âdeta bir robot haline dönmüştüm. Elimde tepsi teyzenin karanlık odasına girdiğimde genzimi keskin bir idrar kokusu sardı. Tepsiyi eski masaya bırakarak camı açtım. Zavallı ihtiyar uyanmış ama yataktan doğrulamıyordu. Hemen kucaklayıp kaldırdım. Oldukça kibar bir şekilde teşekkür etti. Kendisine yardımcı olmamı, lavaboya kadar gitmek istediğini söyledi. Elini yüzünü yıkamasına yardım ettim. Odasına geldiğimizde sandalyesine oturdu. Eliyle tepsiyi bulmaya çalıştı. Paslı tepsinin içinde kurumuş bir parça peynir, kurumuş üç dört parça zeytin, bir iki dilim domates ve birkaç parça da ekmek vardı. Selma Hanım emir vermişti: "Yemeği sen yedirme, kendisi yesin! Bir başkasının yedirmesine alışmasın!" (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.