"Şu çarıklılarla oynamaya doymadın mı?"

A -
A +

Dedemler çok varlıklı ailedir. Ayrıca köyün ağası olmak sorumluluk da getirmektedir. Bu yüzden çok hareketli yaşantıları vardır. Sabah namazına kalkan ev halkı tekrar yatamaz. Yanlarında onca çalışanları vardır. Onca bakılacak hayvanları vardır. Tarlalar ekilip biçilecektir. Dedem genç yaşta babasını kaybedince evin en büyük oğlu olarak bütün bu işleri devralmıştır. Zaten iki kız, iki oğlan kardeştirler. Kız kardeşleri evlenmiştir. Erkek kardeşi de okumaktadır. Dolayısıyla köydeki bütün yük dedemin omuzlarındadır. O gün ninem, köyde oyun oynamakta olan oğluna seslenir. Babası eve gelmiştir. Oyunu bırakıp gelmesini ister. Ama çocuk bu. Ha deyince oyundan kopup gelebilir mi? Biraz sonra dedem nineme biraz da sertçe seslenir: -Şöyle şu çocuğa hemen gelsin! Ata erkil aileleriz tabii ki... Kadıncağız kocasının hışmına uğramamak için alelacele dışarı çıkar. Hâlâ oyunda olan oğluna biraz daha öfkeli çıkışır: -Oğlum beni bağırtma, baban acele seni çağırıyor. -Tamam ana ya, geliyorum. Ne oldu ki? Zıkkımın kökü oldu! Gel işte! Şu çarıklı çocuklarla oynamaya doymadın mı? İşte burada kantarın topuzunu kaçırmıştır ninem. Diğer çocukların bu sözden kalbinin kırılacağını hesap etmemiştir. Babam der ki: -Eyvah ne yaptın babaanne o çocukların kalbini kırdın. Onları küçümsedin. Bu sana yakışır mıydı? Ninem de o anki sinirle ve telaşla söylediği bu sözlere çok pişman olacaktır ama ok yaydan çıkmıştır bir kere. Halbuki dedem ve ninem köyün en sevilen insanlarıdır. Fakirleri gözeten, yanında çalıştırdıklarına hane halkı gibi davranan kimselerdir. Öyle ama oyundaki diğer çocuklar kendilerine "çarıklılar" denilmesine çok üzülmüşlerdir. Kalpleri kırılmıştır. Ne var ki söyleyen ağanın hanımı... Ne söylenebilir ki... Aradan bir iki yıl geçmiştir. Babam on dört yaşına geldiğinde dedem onu evlendirmeye karar verir. O yörenin soylu ve güzelliği dillere destan kızına söz kesilir. Derken kısa bir süre sonra düğün hazırlıkları başlar. Dedem dillere destan düğün hazırlığı içerisinde koştururken o hengamede pejmürde kıyafetli yaşlı bir zat çıkagelir. Doğruca ninemin yanına varır. Yaşlı ve nur yüzlü ihtiyar, yorgun ve aç olduğunu söyler. Ninemden yiyecek ister. Düğün telaşındaki ninem adamcağızı, evlerinin hemen bitişiğindeki, dört tarafı yüksek duvarla çevrili, üstü açık, içeride masa ve sandalyeye bulunan "kahve" olarak adlandırılan yere götürüp sandalyeye oturtur: -Babacım sen burada iki dakika otur. Ben sana bir şeyler getiririm yersin, der. Çıkarken el alışkanlığından olacak kapının üzerindeki büyük asma kilidi de dışarıdan kilitleyivermiştir. İşte o sırada düğün için eve hatırı sayılır bir kalabalık grup çıkagelmiştir. Ninem yeni bir telaşla onları karşılayacağım ve ağırlayacağım derken ihtiyarı orada unutmuş gitmiştir... Aradan hayli zaman geçer. Dedem gittiği yerden dönmüş, düğün telaşı yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştır. Dedemin hatırına gelir: -Hatun, biz yola çıkarken yaşlı bir adamcağız gelmişti. Kimdi o ihtiyar. Tanıdık değildi. Aç ve yorgun gibiydi. Adamcağızı yedirip içirdin mi? Ninem "eyvaah!" demiş. Oraya düşeyazmış. Neredeyse dili tutulmuş: -Anacım, adamcağızı içeride unuttuk. Aç susuz öldü mü kaldı mı? Başlamış ağlamaya... Merhamet timsali dedem durumu anlayınca çılgına dönmüş. (Devamı yarın) >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.