Şükrü Ustayı dinlerken...

A -
A +

Daha yeni dinledim ayakkabıcı Şükrü Usta’yı... Laf İstanbul’un trafiğinden açılmıştı.

 

Meğer Şükrü Usta eski İstanbul’u yaşamış bir beyefendiydi... 70’li yılların İstanbul’unu bir anlatmaya başladı... Hayretler içinde kaldım. Günümüzdeki İstanbul ile kıyaslamaya imkân yoktu.

 

Eski İstanbul’da vapurlardan söz etti... Vapurlardaki kadife perdeler, deri koltuklar porselen salep fincanları... Vapur yolcularının birbirini tanıyor olması. Yolculukta gazetelerin okunup kahvelerin yudumlanması keyifli vapur seyahatlerini anlattı...

 

Daha neler anlattı neler... Ama onu dinlerken hatırıma yıllar önce okuduğum bir kitap geldi...

 

Türk tarihçi ve Türk Dili araştırmacısı İsmâil Hâmî Dânişmend’in 1961 yılında kaleme aldığı kitap. “Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlakı” isimli eserinde yazar diyordu ki:

 

“Büyük bir medeniyet kurmuş olan Osmanlı Türkleri, asırlarca üç kıtada hükümran olmuşlar ve girdikleri memleketlere insan hakları, dinlerde serbestlik ve medeniyet getirmişlerdir. Bugün, terk ettiğimiz eski memleketlerde medeniyetimizin ve içtimaî (sosyal) hayatımızın izleri, hâlâ canlılığını muhafaza etmektedir. Yükselme devirlerinde, Osmanlı cemiyetinin büyük vasıflarından birini sağlam bir ahlâk prensibi teşkil ediyordu, inhitata (çökmeye) doğru, bu ahlâk prensiplerinin sarsıldığı ve cemiyetin bu yüzden çözülmeye başladığı görülmektedir. Bize göre, yabancı ülkelerde Türk hükümranlığını asırlarca payidar eden kuvvet bu ahlâk ve seciye üstünlüğüdür...”

 

Bunları okurken diyordum ki: “Galiba batılıların gözünden örnekler vererek işin içine hamaset de katarak yayınlanmış bir kitap. Yoksa o dönemin insanı o kadar dürüst ve birbirine saygılı ise bu dönemin insanı nasıl bu kadar ticaret ve ahlaki çöküş yaşayabilir ki?”

 

Şükrü Usta eski hatıralarından anlatmaya devam ediyordu:

 

“Bize Anadolu’dan tüccarlar gelirdi. Sipariş verirlerdi. 500 çift bazen 1000 çift ayakkabı siparişi... Parasını da peşin verir giderlerdi. Ne yazılı tutanak ne senet sepet... Biz de ayakkabıları tamamlar ve zamanında adreslerine gönderirdik... İtimatsızlık diye bir şey akla bile gelmezdi...

 

İstanbul’da imalathaneden ayakkabıcı dükkânına sipariş ayakkabıları hazırlar oradan geçen bir taksiye teslim eder taksicinin parasını verir ve “şu adrese bırakılacak” derdik. Adrese teslim edilirdi. Ne taksiciyi tanırdık ne 'taksici ya teslim etmezse' gibi bir ihtimal aklımıza gelirdi. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.