Bana öğretmenliği onlar sevdirdi. Öğrencilerim. Onlarla tanışmadan önce öğretmenliği çok sevdiğimi düşünüyordum. Benim sevgim ay ise öğrencilerimin öğretmen sevgisi güneşti. Bunu fark ettim. Düşünsenize... Her sabah etrafınızda yirmi otuz tane cıvıl cıvıl ses. Her biri çocukça masum istekle eteğinizden çekiştiriyorlar: -Öğretmenim... Öğretmenim... Siz döndüğünüzde göz göze geliyorsunuz bu insan ufaklarıyla... Sizi annesi gibi seven boncuk boncuk gözler. Pembeleşmiş minicik yanaklar... Taranmış bukleli saçlar... Sizler her sene doğum tarihinizden bir sene uzaklaşırken, biz öğretmenleri öğrencilerimiz hep aynı yaşta tutarlar. Üç senedir öyle değil ama... Üç senedir gönlümün bir yanı hüzünlü... Öğrencilerimi gördükçe onlara gülümseyen gözlerim, ne vakit ismi anılsa ıslanmakta. Yurdagül'e ağlamakta... O benim çok çalışkan öğrencimdi... Ailesi fakir olmasa Yurdagül'ü çok daha iyi imkânlarda okutmalarını isterdim. -Ne olacaksın, diye sormazdım hiçbir öğrencime. Ama o "ben de senin gibi öğretmen olmak istiyorum öğretmenim" diyordu. Yarıyıl tatilinde biriktirdiği harçlığıyla kitap almak ve okumak istemişti. Annesinden izin alıp komşu kızı arkadaşıyla şehir merkezine kitap almaya gitmişti... Güzel bir hikâye veya masal kitabı alacaklardı... Ama kitapçıda gördüler ki harçlıkları alacakları kitabın üzerindeki fiyata ancak yetiyor. Hesap ettiler minicik parmaklarıyla. Kitabı alırlarsa geri dönüş için yol parası kalmıyor. Yol parasını ayırırlarsa kitap almaya paraları yetişmiyor. Kitapçıya durumu söyleseler kitapçı belki indirim bile yapar. Ama o çalışkan. Gayretli. Fedakâr... Arkadaşı da öyle demek ki... Gelmişken kitap almadan çıkmak olmaz diye düşünmüşler. Evleri şehrin kenar mahallesinde. Ama yol paraları olmadığı için yürüyerek gidecekler. Şehrin kenarından geçen dere evlerine yakın. Oradan yol kestirme oluyor. Minicik ellerinde okuma kitapları, küçük adımlarıyla hızlı hızlı gidiyorlar. Ama bir değişiklik var havada o gün... Soğumaya mı başlamıştı ne? Dereye yaklaştıklarında sular mı kabarmıştı? Vakit de hayli geç olmuştu... Niçin gözükmüyordu üzerinden atladıkları taşlar? Patika yolun derede bitip derenin karşısında başladığı belli. Sular taşları kapatsa da taşlar burada olmalı... Bir köprü olsaydı ne iyi olurdu ama yok... Ve küçük adımlarını taşlara basmak için dereye attıklarında ayacıkları boşluğa gelivermişti... Eyvah... Dere sel suyuna dönüşmüş. Ayakları boşluğa gelirken bedenleri sulara gömülmüş... Ellerinde kitap sel sularına kapılmışlardı... Kitaplarını bırakmak istemiyorlardı, çırpınırken bile... "İmdat" seslerini ne olurdu kimse duysaydı? Ama kenar mahalleydi. Kim duyacaktı? Orada onların olduğunu kim bilecekti? O gün akşam aileler çocuklarının peşlerine düştüklerinde haberimiz oldu... O gece gökyüzünden lapa lapa kar yağarken yüreğimize kor düştü... Bu çocuklar nereye gitmişti? Nasıl kaybolmuşlardı? Sakın başlarına kötü bir şey gelmesindi? Ertesi gündü galiba... Minik arkadaşının cansız bedeni ileride dere kenarında bulunduğunda gözyaşlarına boğulduk. Yadigarımız ise hâlâ yoktu... Meğer o gece yağan kar, Yadigar'ımızın suda boğulan ve kenara vuran minicik bedenini beyaz bir kefen gibi örtmüş, o yüzden fark edilememişti. Şimdi üç koca yıl oldu... Arkadaşları kocaman oldular... Benimse öğrencilerim yine cıvıl cıvıl. Ama her sınıfa girdiğimde hep Yadigar'ın da birazdan geleceği ümidiyle gözüm kapıda beklerim. Üç yıldır öğrencisi için ağlayan bir öğretmenim... Meral H.-Erzincan > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00