Kazakistan'da iken burnum kanamaya başlamıştı. Ama hiç endişelenmemiştim. Bir burun kanamasına pes mi edecektik? Ama arkadaşlar endişelenmiş. -Haydi gidiyoruz. -Nereye? -Doktora. Beni bana koymadılar. Gittik bir hekime... Tansiyon meselesiymiş... Fırlamış çıkmış meret... Tam 22'ye 12 olmuş... Ama ne gam? Diyorum ki bu olsa olsa yorgunluktan ve de strestendir. Bana iki iğne bir de dilaltı verdi hekim. O zamana kadar bilmiyordum ki tansiyon nedir? Ne yapar? Yenilir mi içilir mi? Hiç kimse de anlatmamıştı... Zaten yanımdakiler sağlıklı kişilerdi. Biri hasta olsa anlatsa bilirdim ben de... Böyle konular bizde konuşulmazdı. Uluslararası TIR şoförlüğü yapan bir kimse olarak ben ve kendi arkadaşlarım için tek düşünce vardı... Yollar... Yolda konaklamalar... Bir de geceleri âlemlere akmak... Başka bildiğimiz yok... Yalnız yaşayan adamı şeytan rahat bırakır mı? Nefisle ortak olmuş şirket kurmuşlar bedenimde haberim yok... O hızla Türkmenistan'a geçtim. Türkmen gümrüğünü çıkınca sağlı sollu park yerleri ve lokantalar vardı. "Yaşlık" dedikleri kebap, kavurma, yoğurt... Bol kepçe ve lezzetli... Kapı'dan çıkan kendini buraya atar. TIR'ı parka çektim. Lokantaya girdim. Ellerim ve ayaklarım şiş ama çehremden haberim yok... Aynaya bakmayanın yüzünden haberi olmazmış. Gidip bir masaya oturdum. Temmuz ortası. Sarı sıcak kavuruyor etrafı... Klimalar çalışıyor... Öyle ki dışarısı Cehennem gibi... Başka firmadan da iki üç şoför var. Terlikler dahi ayağımı sıkmaya başladı. Ayaklarımı yıkadım. Terliklerimi çıkartıp masaya oturdum. Yemeklerimizi yedik. Birazdan ortalık kalabalıklaşmaya başladı. İnce belli bardakta çayımı yudumlarken bir tanıdık yüz arıyorum. Yanıma çok eski bir tanıdık, bir taksi şoförü geldi. Karşıma oturdu: -Geçmiş olsun gardaş bu ne hal? -Hayırdır, ne geçmiş olması? -Yüzüne gözüne bir baksana, balon gibi... Nedense hüzünlendim. Cevap verdim kederlice: -He ya gardaş, bu modeller böyle. Yeni çıktı piyasaya... -Dalga geçme kendinle. Doktora gittin mi? -O da ne ki? Ne yapacak bana? -Yürü gidiyoruz... "Nereye?" diye sormadım. Dışarı çıktık. Bir taksiye bindik. Yanımda az bir param var. Pasaportum yok. Hepsi TIR'da. Aşkabat'a gitsek 80 km. Hem parasız hem pasaportsuz olmaz. "Bu beni yakına götürüyor" diye düşündüm. Kapı diye tabir edilen gümrüğü çıkınca küçük bir köy var. Arkadaş avlu duvarlarıyla çevrili güzel bir Türkmen evinin önünde durdu. Arabadan indi. Ayaklarını sürüyerek kapıyı çaldı ve içeriye seslendi: -Sveta mama!.. Sveta mama!.. Kapı açıldı... Dışarı Ukrayna asıllı iri yarı bir Rus kadın çıkmasın mı? Bir tuhaf oldum. (Devamı yarın) Hilmi Yumuşaker-Erzin/Hatay > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00