Bir ağustos günü ikindi vaktiydi. 8-9 yaşındaki çocuklar evlerinin önünde gülle (misket) oynamaktaydı. Mahmut ve Yılmaz arasında çocukça bir kavga yaşandı. Mahmut, Yılmaz'a çelme atmış yere yuvarlanan Yılmaz da kalkıp Mahmut'un suratına yumruk atarak burnunu kanatmıştı. Mahmut kan içinde ağlayarak eve koşmuş, annesi Rabia oğlunun suratını kan içinde görünce haykırmıştı: -A oğlum kim yaptı bunu sana? -Yılmaz. Anne-oğul koşarak Yılmaz'ın yanına varıp üzerine çullanmış, yaka paça dövmeye başlamıştı. Hem vuruyor hem ağır beddua ediyordu Mahmut'un annesi. Eh, Yılmaz'ın annesi Nazire'ye de haber uçmuştu: -Yetiş oğlunu dövüyorlar. Nazire de beş adımda yetişmiş oğlunun imdadına. Ve şimdi anneler karşı karşıya gelmişti. Yılmaz'ın annesi çocuğunu kurtarırken Rabia Hanım'ı ayıplıyordu: -Bu ne hayâsız bir iştir! Hem oğlumu dövüp hem beddua etmek sana ne getirir. Bu bize yakışır mı? - Hayâsız sensin. Sen önce çocuğuna terbiye ver! Eli kırılası oğlun, oğlumu dövmüş, kanlar içinde eve göndermiş. Onca yaptığından sonra "yere batasan" "türembel atında kalasan" (Otomobil altında ezilesin)" "Leşini yerden toplasınlar" demeyip de eline sağlık mı diyecektim! - O ettiğin bedduaların hepsi sana geri döner. Mahalleli araya girmiş, kavganın daha fazla büyümesini önlemişti: "Siz hem yakın akraba, hem de kapı komşususunuz, çocuklarınız bugün dövüşür yarın barışır." Bu kavganın ardından, Rabia oğlunu mahalleden uzak tutmak bahanesiyle cebine bir miktar para koyup çarşıya ekmek almaya göndermişti. Aradan çok geçmedi, Ağalık Mahallesine düştü kara haber. Mahmut oynaya, zıplaya Helvacılar Pazarı'ndaki bir tatlıcıdan gül suyu ile yapılan gilaplı lokumu almış caddenin karşı tarafına geçiyormuş. Hızla gelen bir kamyonetin altında kalarak feci bir şeklide can vermiş. Bu acı haberle yıkılan Rabia Hanım eve getirilen oğlunun cansız bedenine sarılmak istiyor, önündeki tabutu kucaklayıp, açmaları içinde yanındakilere yalvarıyormuş: -Mahmut'umu son bir kez görmeden toprağa vermeyin! Kırdar Camii müezzini Molla Hâkim'den izin isteyip kefenin baş tarafı açılarak oğlunun cansız bedenine son bir kez bakmış. Komşular cenaze evine akın ederken, Yılmaz'ın annesi ise olanlar karşısında âdeta küçük dilini yutmuş. Birkaç saat önce kavga ettiği hem komşusu hem de akrabası Rabia Hanımın başına gelene kaholmuş. Onu teselli etmek için can atıyor ama kendini vicdanen suçlu hissediyormuş. Zaten Rabia Hanım da "Bu kaza onun yüzünden başımıza geldi" diyerek onu suçluyormuş. Bu durum öfkeli kocasının kulağına giderse Nazire'nin hâli nice olur? Nazire kararsız. Cenaze evine gitse mi gitmese mi? Bir başka komşusu tavsiyede bulunuyor: - Nazire, sen en iyisi birkaç gün ortalıkta görünme. Bu herkes için iyi olur. İleride gidip konuşur sizi barıştırırız. Nazire Hanım az da olsa rahatlar. Ne var ki ateş düştüğü yeri yakar... Ertesi gün Mahmut'un cenazesi, gözyaşlarıyla evden çıkartılır. Öğle namazından sonra Musalla Kabristanında defnedilir. Ancak, Rabia Hanım ne o gün ne daha sonra kimsenin arabuluculuğunu kabul etmez. Onun nefreti diğer aile fertlerini de etkiler. Allah'tan Türkmen geleneğinde kan davası yoktur. Aynı aşirete mensup iki köklü akraba aile birbirini yok sayıp tanımamaya karar verir. Türkmen geleneğinde buna, "heşe etmek (hâşâ)" denir. Cengiz Bayraktar-İzmit/Kerkük Feneri > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00