Üç yaşındaki sabinin suçu ne?
17 Kasım 2008 01:00
Aile, olayı polise haber vermeden önce sağı solu çok aradılar. Eşe dosta hısım akrabaya sordular. Ama hiç kimse minik Sibel hakkında bir kelime bilmiyordu...
Komşumuzun kızı Sibel üç yaşındaydı. O gün annesiyle dışarıya çıkacaklardı. Sevincinden uçuyordu kızcağız. Sabırsızdı sokağa çıkmak için. Annesi ardından seslense de aldırmadı:
-Kızım dur bekle beni!
Sibel, kendini bekleyen tehlikeden habersiz, merdivenlerden pıt pıt inerek sokağa çıkmıştı.
Sevinç içinde sağına soluna bakınırken kendisine yaklaşan iki genç adamı gördü. Bunları tanıyordu. Bunlar büfeciydi. Kaç kez onlardan çikolata almıştı. Hiç korkmadı.
Oysa biri yirmi üç diğeri otuz yaşındaki iki büfecinin niyetleri iyi değildi! Aslında minik kızcağızı kapı önünde tek başına gördüklerinde girmişti şeytan damarlarına. Bir anda vermişlerdi kararlarını:
-Ailesini arar "yirmi bin lirayı ödersiniz, kızınızı alırsınız" deriz.
Peki, ailesinde bu kadar para olabileceğini nereden biliyorlardı?
Birkaç gün önce minik kızın babası, bu iki vicdansızla sohbet ediyormuş. Çünkü komşuları. Laf lafı açmış ve yirmi bin lirası olduğunu bir söz sırasında söylemiş.
Ah keşke söylemez olaydı? Nereden bilebilirdi para için bu iki merhametsiz yüreğin gözünü hırs bürüyeceğini... İşte o gün ağzından kaçırdığı bu sır sebebiyle bu iki komşu, parasına düşman olmuş ve elde edebilmek için üç yaşındaki minik kızını kaçırmaya niyetlenmişti.
Sibel kaçırılmanın ne olduğunu bile bilmeden kaçırılıyor, hatta belki bunu bir saklambaç sanıyordu. Ne vakit ki amcaların stresli hali yüzlerine yansımıştı. Korkup ağlamaya başlamıştı. Ağlasa da yalvarsa da nafileydi artık. Çünkü iki kafadar, dönülmez bir yola girmişti.
Öte taraftan Sibel'in annesi, biraz sonra aşağı indiğinde kızını bulamamıştı. Sağa bakmış, sola bakmış kızı yok. Ne tarafa seğirteceğini bilemeden koşmaya başlamış. Bir apartmana çıkıyor, bir sokağa iniyor, bir sağa bir sola seğirtiyor ama koyun gibi meliyormuş:
"Sibel yavrum neredesin!"
Sibel yer yarılmıştı da sanki yerin dibine girmişti. Minik çocuk bir anda yok olmuştu.
Aile, olayı polise haber vermeden önce sağı solu çok aradılar. Eşe dosta hısım akrabaya sordular. Ama hiç kimse minik Sibel hakkında bir kelime bilmiyordu.
Derken yüreklerini ağzına getiren telefonla yıkıldılar:
Sibel'i kaçıran iki kişi, telefonda fidye istiyordu. Çaresiz polise haber verdiler. İzmir Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Ağır Suçlar Büro Amirliği bünyesinde görevlendirilen özel ekip küçük Sibel'in izine ulaşabilmek için soruşturmaya başlamıştı.
İşinin uzmanıydı polisler. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davransalar da büfe işleten iki kafadardan şüphelenmişti. Yapılan sorgulamada olayın korkunç boyutu ortaya çıkacaktı. Anlatmıştı iki merhamet fukarası:
"Sibel'i yalnız görünce aklımıza geldi. Bu kızı kaçırırsak, babasının bize sözünü ettiği yirmi bin lirayı fidye olarak alabiliriz, dedik. Ancak iki gün sonra bu olay gazetelerde yayınlanınca korktuk. Yanlış bir işe giriştiğimizi anlayıp vazgeçelim dedik. Sibel'i sakladığımız yerden alıp getirdik, evlerinin önüne bıraktık. Fakat çocuk bizi tanıyordu. Söylerse bizi gelip bulurlar diye endişelendik. Hemen ani bir kararla kızı tekrar kaçırdık. Sibel'i kablo ile boğarak öldürdük. Sonra bir çöp torbasına koyarak bahçeye gömdük!.."
Acı haber ailesine ulaştığında küçük kıyamet koptu. Anası babası sinir krizleri geçiriyordu. Bir cana kıymak bu kadar kolay mıydı? Bu kadar mı vicdansızlaşıyordu insanlar?
Para hırsı buydu işte... Aslında durduk yerde katil olmuşlardı? Ne paraya kavuşmuş ne de rahata ermişlerdi? Çıktıkları yanlış yolda bir masum yavrunun katili olmuşlar, geleceklerini de mahvetmişlerdi?
Hiçbir şeyden haberi olmayan yavrucağın ne günahı vardı? Ona çok ağladık... Bir çocuğa para için nasıl kıyılabilirdi? Kalpler bu kadar mı taşlaşmış, gönüller bu kadar mı merhametsizleşmişti Allah'ım?
Öte yandan insan, en yakın komşusuyla dahi bir çift laf edemeyecek miydi?
* Rumuz: "Melahat"-İzmir
Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00