Üç ya­şın­da­ki sa­bi­nin su­çu ne?

A -
A +
A­i­le, o­la­yı po­li­se ha­ber ver­me­den ön­ce sa­ğı so­lu çok a­ra­dı­lar. E­şe dos­ta hı­sım ak­ra­ba­ya sor­du­lar. A­ma hiç kim­se mi­nik Si­bel hak­kın­da bir ke­li­me bil­mi­yor­du... Kom­şu­mu­zun kı­zı Si­bel üç ya­şın­day­dı. O gün an­ne­siy­le dı­şa­rı­ya çı­ka­cak­lar­dı. Se­vin­cin­den uçu­yor­du kız­ca­ğız. Sa­bır­sız­dı so­ka­ğa çık­mak için. An­ne­si ar­dın­dan ses­len­se de al­dır­ma­dı: -Kı­zım dur bek­le be­ni! Si­bel, ken­di­ni bek­le­yen teh­li­ke­den ha­ber­siz, mer­di­ven­ler­den pıt pıt ine­rek so­ka­ğa çık­mış­tı. Se­vinç için­de sa­ğı­na so­lu­na ba­kı­nır­ken ken­di­si­ne yak­la­şan iki genç ada­mı gör­dü. Bun­la­rı ta­nı­yor­du. Bun­lar bü­fe­ciy­di. Kaç kez on­lar­dan çi­ko­la­ta al­mış­tı. Hiç kork­ma­dı. Oy­sa bi­ri yir­mi üç di­ğe­ri otuz ya­şın­da­ki iki bü­fe­ci­nin ni­yet­le­ri iyi de­ğil­di! As­lın­da mi­nik kız­ca­ğı­zı ka­pı önün­de tek ba­şı­na gör­dük­le­rin­de gir­miş­ti şey­tan da­mar­la­rı­na. Bir an­da ver­miş­ler­di ka­rar­la­rı­nı: -Ai­le­si­ni arar "yir­mi bin li­ra­yı öder­si­niz, kı­zı­nı­zı alır­sı­nız" de­riz. Pe­ki, ai­le­sin­de bu ka­dar pa­ra ola­bi­le­ce­ği­ni ne­re­den bi­li­yor­lar­dı? Bir­kaç gün ön­ce mi­nik kı­zın ba­ba­sı, bu iki vic­dan­sız­la soh­bet edi­yor­muş. Çün­kü kom­şu­la­rı. Laf la­fı aç­mış ve yir­mi bin li­ra­sı ol­du­ğu­nu bir söz sı­ra­sın­da söy­le­miş. Ah keş­ke söy­le­mez olay­dı? Ne­re­den bi­le­bi­lir­di pa­ra için bu iki mer­ha­met­siz yü­re­ğin gö­zü­nü hırs bü­rü­ye­ce­ği­ni... İş­te o gün ağ­zın­dan ka­çır­dı­ğı bu sır se­be­biy­le bu iki kom­şu, pa­ra­sı­na düş­man ol­muş ve el­de ede­bil­mek için üç ya­şın­da­ki mi­nik kı­zı­nı ka­çır­ma­ya ni­yet­len­miş­ti. Si­bel ka­çı­rıl­ma­nın ne ol­du­ğu­nu bi­le bil­me­den ka­çı­rı­lı­yor, hat­ta bel­ki bu­nu bir sak­lam­baç sa­nı­yor­du. Ne va­kit ki am­ca­la­rın stres­li ha­li yüz­le­ri­ne yan­sı­mış­tı. Kor­kup ağ­la­ma­ya baş­la­mış­tı. Ağ­la­sa da yal­var­sa da na­fi­ley­di ar­tık. Çün­kü iki ka­fa­dar, dö­nül­mez bir yo­la gir­miş­ti. Öte ta­raf­tan Si­bel'in an­ne­si, bi­raz son­ra aşa­ğı in­di­ğin­de kı­zı­nı bu­la­ma­mış­tı. Sa­ğa bak­mış, so­la bak­mış kı­zı yok. Ne ta­ra­fa se­ğir­te­ce­ği­ni bi­le­me­den koş­ma­ya baş­la­mış. Bir apart­ma­na çı­kı­yor, bir so­ka­ğa ini­yor, bir sa­ğa bir so­la se­ğir­ti­yor ama ko­yun gi­bi me­li­yor­muş: "Si­bel yav­rum ne­re­de­sin!" Si­bel yer ya­rıl­mış­tı da san­ki ye­rin di­bi­ne gir­miş­ti. Mi­nik ço­cuk bir an­da yok ol­muş­tu. Ai­le, ola­yı po­li­se ha­ber ver­me­den ön­ce sa­ğı so­lu çok ara­dı­lar. Eşe dos­ta hı­sım ak­ra­ba­ya sor­du­lar. Ama hiç kim­se mi­nik Si­bel hak­kın­da bir ke­li­me bil­mi­yor­du. Der­ken yü­rek­le­ri­ni ağ­zı­na ge­ti­ren te­le­fon­la yı­kıl­dı­lar: Si­bel'i ka­çı­ran iki ki­şi, te­le­fon­da fid­ye is­ti­yor­du. Ça­re­siz po­li­se ha­ber ver­di­ler. İz­mir Em­ni­yet Mü­dür­lü­ğü Asa­yiş Şu­be Mü­dür­lü­ğü Ağır Suç­lar Bü­ro Amir­li­ği bün­ye­sin­de gö­rev­len­di­ri­len özel ekip kü­çük Si­bel'in izi­ne ula­şa­bil­mek için so­ruş­tur­ma­ya baş­la­mış­tı. İşi­nin uz­ma­nıy­dı po­lis­ler. Hiç­bir şey­den ha­be­ri yok­muş gi­bi dav­ran­sa­lar da bü­fe iş­le­ten iki ka­fa­dar­dan şüp­he­len­miş­ti. Ya­pı­lan sor­gu­la­ma­da ola­yın kor­kunç bo­yu­tu or­ta­ya çı­ka­cak­tı. An­lat­mış­tı iki mer­ha­met fu­ka­ra­sı: "Si­bel'i yal­nız gö­rün­ce ak­lı­mı­za gel­di. Bu kı­zı ka­çı­rır­sak, ba­ba­sı­nın bi­ze sö­zü­nü et­ti­ği yir­mi bin li­ra­yı fid­ye ola­rak ala­bi­li­riz, de­dik. An­cak iki gün son­ra bu olay ga­ze­te­ler­de ya­yın­la­nın­ca kork­tuk. Yan­lış bir işe gi­riş­ti­ği­mi­zi an­la­yıp vaz­ge­çe­lim de­dik. Si­bel'i sak­la­dı­ğı­mız yer­den alıp ge­tir­dik, ev­le­ri­nin önü­ne bı­rak­tık. Fa­kat ço­cuk bi­zi ta­nı­yor­du. Söy­ler­se bi­zi ge­lip bu­lur­lar di­ye en­di­şe­len­dik. He­men ani bir ka­rar­la kı­zı tek­rar ka­çır­dık. Si­bel'i kab­lo ile bo­ğa­rak öl­dür­dük. Son­ra bir çöp tor­ba­sı­na ko­ya­rak bah­çe­ye göm­dük!.." Acı ha­ber ai­le­si­ne ulaş­tı­ğın­da kü­çük kı­ya­met kop­tu. Ana­sı ba­ba­sı si­nir kriz­le­ri ge­çi­ri­yor­du. Bir ca­na kıy­mak bu ka­dar ko­lay mıy­dı? Bu ka­dar mı vic­dan­sız­la­şı­yor­du in­san­lar? Pa­ra hır­sı buy­du iş­te... As­lın­da dur­duk yer­de ka­til ol­muş­lar­dı? Ne pa­ra­ya ka­vuş­muş ne de ra­ha­ta er­miş­ler­di? Çık­tık­la­rı yan­lış yol­da bir ma­sum yav­ru­nun ka­ti­li ol­muş­lar, ge­le­cek­le­ri­ni de mah­vet­miş­ler­di? Hiç­bir şey­den ha­be­ri ol­ma­yan yav­ru­ca­ğın ne gü­na­hı var­dı? Ona çok ağ­la­dık... Bir ço­cu­ğa pa­ra için na­sıl kı­yı­la­bi­lir­di? Kalp­ler bu ka­dar mı taş­laş­mış, gö­nül­ler bu ka­dar mı mer­ha­met­siz­leş­miş­ti Al­lah'ım? Öte yan­dan in­san, en ya­kın kom­şu­suy­la da­hi bir çift laf ede­me­ye­cek miy­di? * Ru­muz: "Me­la­hat"-İz­mir Ya­zış­ma ad­re­si: Tür­ki­ye Ga­ze­te­si İh­las Med­ya Pla­za 29 Ekim Cad­de­si, 34197 Ye­ni­bos­na/İs­tan­bul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.