Resepsiyondaki görevliye bir daha sordum: -İsmime bilet ayırtılmış olamaz mı? -Beyefendi listeyi inceledim, isminiz yok. Şu an için uçakta yer de yok. Boynumu büküp aprondan çıktım. Samsun Hava Limanı şehrin dışında ve tepe noktadaydı. Baktım Amasyalı taksici söz verdiği gibi beni bekliyor. Parasını aldı diye basıp gitmemiş. Şehir merkezine hareket ettik. İlk gördüğüm bayiden bir Türkiye gazetesi aldım. Samsun Bürosu'nun adresini taksiciye gösterip rica ettim: -Beni bu adrese de bırakırsan tamamdır. Sağ olsun "Elbette" dedi. Hareket ettik. Samsun'u biliyormuş. Kısa sürmedi adrese ulaşmamız... Adam ekstra ücret almadan beni adrese bıraktı ve ekledi: -Yolun açık olsun asker, Allah kavuştursun... El salladım ve büroya yöneldim. Kendim de İstanbul'da yine bu gazetede görevli iken askere gitmiştim. Baktım, büronun önünde biri otomobilinin başında. Otomobilin camını falan siliyor ama sanki o esnada birini bekliyor. Ya da sanki beni bekliyor... Selam verdim ve kendimi tanıttım. Sonra da durumumu anlattım ve dedim ki: -Uçak rötar yapmış. Yer de yokmuş. Ama benim bu uçağa binmem ve İstanbul'a uçmam gerekiyormuş. İsmi Ahmet olan bu ağabey de kendini tanıttı. Soyadını söyleyince dedim ki: -Sizin İstanbul'da bir dönem Teknik Servis'te çalışan emekli bir astsubay kardeşiniz var mıydı? -Evet, vardı. O benim kardeşim olur. -Ben de bir dönem onunla birlikte o serviste çalışmıştım. Tanıştığıma memnun oldum. Ne kadar kibar bir insandı. Ama bendeki telaştan onda hiç eser yoktu. Gayet sakin dedi ki: -Tamamdır kardeşim, gideriz birlikte. Ama ne kadar rahattı. Sanki uçak yarın kalkacak. Ondaki o tevekkül haline, hâlâ aklıma geldikçe hayret ederim... Benim için geçmek bilmeyen dakikalara rağmen o, kendine göre bürodan içeri girdi, hazırlıklarını yaptı. Tekrar arabaya geldi ve "Tamamdır, gidebiliriz efendim" dedi. Aradan belki bir yarım saat daha geçmişti. Yani uçak çoktan uçmuştu. Bir de bizim gitme süremiz katıldığında bir saate yakın zaman geçecekti. Yani Uçak, neredeyse İstanbul'a inmiş olacaktı. Havalimanına yaklaştığımızda sağ olsun kibarca dedi ki: -Bilet paramız var mı efendim. -Var abi. Yok desem eminim hemen kendisi alacak. O kadar samimi bir soru. Ve havaalanında aprona girdik. "Ben bir bakayım efendim" diyerek içeri gitti. Baksın bakalım, benim zaten hiç umudum yok... Belki beş, belki on dakika ya bekledim ya beklemedim... Ahmet Abimiz gözüktü: -Uçak rötarda imiş efendim. Az sonra kalkacakmış. Bir kişilik de bir bilet ayarlandı. Hemen acele ederseniz, uçak sizi bekliyor... Yani şaşırmamak elde değil. Sanki o koca uçak bizim gelmemizi bekliyordu. Nasıl oldu, yer yok denilen uçakta nasıl bir kişilik bileti buldu. O bilet nasıl bulundu halen anlamış değilim. Bunun torpille falan zaten alakası olamaz. Çünkü asla öyle bir tevessül söz konusu değil... Bu Allahın bir lütfuydu... Vedalaşıp uçağa bindim. Uçak havalandı. Allah'ım o bir saatlik uçak yolculuğunu unutmam mümkün değil. Diyorum ki içimden: Bu kadar acil çağrıldığıma göre ucunda mutlaka bir ölüm var ama kim? Eğer karşılayanlar arasında babam yoksa, kesin babamdır... Burnumun direği sızladı... Ah babam... Babam... Ve İstanbul'a indiğimde karşılayanlar arasında babam yoktu... Eniştemleri gördüğümde "tamam" dedim. Babam... Nitekim, biricik babacığım kalp krizi geçirmiş ve vefat etmiş, cenazesine yetişebilmem için yoğun bir çaba sarf ederek nihayet acemi birliğimden izin almışlardı... Mekanı Cennet olsun... M.B.-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00