Uzun boylu, sarı saçlı Arzu Abla'm
15 Ocak 2010 01:00
"Arzu Abla'yı Bursa'ya bağlayan bir şey kalmamıştı... Kendi kendine, "Belki buradaki kötü arkadaş çevresinden kopar" diye yeniden ümitlenmişti bile. Çünkü köklü bir aile olmalarına rağmen İsa'nın yüzünden kimseyle görüşemiyorlardı..."
Babam öğretmen idi. Bu sebeple Anadolu'nun çok yerini dolaştık. Bursa'ya geldiğimizde altı yaşındaydım. Bursa'daki evimiz bahçeli ve genişçeydi. Komşumuz Hacı Nine ve Hacı Dede'nin on yedi yaşındaki oğlu İsa'nın düğününe en çok ben sevinmiştim. Herkes, "Niye askerliğini yapmadan?" diye sitem etse de benim çok hoşuma gidecekti. Çünkü gelin Arzu Abla ile çok kısa sürede arkadaş olacaktık. Gelin olsa bile o da benim gibi çocuk sayılırdı. Kendisi on beş yaşındaydı ve aramızda çok da yaş farkı yoktu.
Ben siyah saçlı esmer toplu bir çocuktum. O uzun boylu sarı saçlı, yeşil gözlü kıpır kıpır neşeli bir gelindi. Bazen o benimle oyun oynar, bazen ben onunla ev işi yapardım...
Günler su gibi akıp geçti. Üç yıl sonra İsa Abi askere gitti. Arzu Abla çok üzüldü çok ağladı. Neden ağladığını sorduğumda hep "Annemi özledim de" der sonra da "iyi ki sen varsın, arkadaşım" diye iç geçirirdi.
Postacı sık sık gelir her seferinde mektup getirirdi. Biri Hacı Dedeye, biri Hacı Teyzeye, biri de Arzu Ablaya... Ablam, o mektubu tekrar tekrar okurdu.
İsa Abi'nin askerlik sonrası bir oğlu oldu. Adını Murat koydular. Arzu Abla âdeta köy hayatı yaşıyordu. Yılın her mevsiminde her gün yoğun bir tempoda koşturuyordu. Hem ev hem bahçe işleri hep onun omuzlarındaydı.
Yıllar su gibi akıp geçmiş, daha dün gibi hatırladığım o çocuk gelin Arzu Abla, Murat'tan sonra Şevki, Halime, Bahadır, Tuna adında beş çocuklu kahirmen bir ev hanımı olup çıkmıştı...
Ee, neylersiniz dünya bir değirmen değil miydi? Hacı Dede de vefat etmişti. İkinci eşi olan Hatice Nine felç geçirmişti. Bakıma muhtaçtı. Arzu Abla hiç yüksünmeden ona da bakıyordu... O bir günden bir güne teşekkür etmeyi bilmese bile...
Ama Arzu Abla'nın asıl çileli hayatı bundan sonra başlıyordu... Hacı Dede'nin vefatından sonra oğlu İsa dağıtmaya başlamıştı. Bambaşka bir insan olmuştu.
Evet olanca yükü Arzu Abla'nın üzerinde olmasına rağmen bir de ona şiddet uygular olmuştu? Nasıl da değişebiliyordu insan, anlamak mümkün değildi... Ama her şey ortadaydı işte...
Hayırsız eşe rağmen Arzu Abla çocuklarına analık yapmak için kararlıydı... Oğlu Murat liseyi bitirmişti. Ama haylaz oğlu Şefik okuyacak gibi gözükmüyordu.
Günler geçtikçe çekilen sıkıntılar artarak devam ediyordu. Arzu Abla'nın tek dayanağı kadere rıza gösterip sabredenlerden olmasıydı. Oysa ne hayalleri vardı... Ah kocası bu kadar mı hayırsızlaşacaktı? Âdeta babasının ölümünü bekliyormuşçasına, İsa Ağabey köyde ne kadar malı mülkü varsa hepsini ucuz pahalı demeden satacak ve kendine bir dükkan açacaktı. En küçük oğlu Tuna'yı da yanında çalıştırmaya başlamıştı. Ama aile boşuna heveslenmişti. Çünkü hiçbir zaman bu gelirden hiçbirine beş kuruş yardım yapmıyordu. Çocuklar babaları hayatta iken yetim gibi büyüyordu...
İsa'nın kendine de hayrı yoktu ardık. Çok sürmedi o dükkanı da batırdı. Tuna ilkokulu bitirdiği sene Bursa'dan İstanbul'a taşınmaya karar verdiler...
Arzu Abla'yı zaten Bursa'ya bağlayan bir şey kalmamıştı... Kendi kendine, "Belki buradaki kötü arkadaş çevresinden kopar" diye yeniden ümitlenmişti bile. Çünkü köklü bir aile olmalarına rağmen İsa'nın yüzünden kimseyle görüşemiyorlardı.
Nihayet İsa'nın üvey anası Hatice Nineyi de üç ay önce kaybetmişlerdi. Âdeta kendilerine ayak bağı olan son yükten de kurtulmuş gibi apar topar İstanbul'un yolunu tuttular... (Devamı yarın)
> Sıdıka Avcıoğlu-İstanbul
Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00