"Var mısın Necati Usta, geyik avına..."

A -
A +
"Gece saat 02.00... Dışarısı buz kesiyordu. Yerde bir metre kar var. Dağ yolunda sadece ikimiz varız. Bende bir çifte var. Salih Usta'da ise sıkı bir mavzer... Bizi bekleyen maceradan habersiz dağa doğru yürüyoruz..." Kemah'ın Eskibağlar köyünde Salih Cebeci, yatsı vakti kapıdan seslendi: -Evde misin Necati! -Buyur Salih Usta evdeyim. -Haydi, hazırlan da ava gidelim. Heyecanlandım. Uyku muyku kalmadı. Av ki öyle böyle değil. Salih Usta tam dağların adamı... Doğrusu sağlam giyindim. Kafaya papak dediğimiz kıl başlık, ayağa yün çorap, çarık derken komando gibi olmuştum. Gece saat 02.00... Dışarısı buz kesiyordu. Yerde bir metre kar var. Dağ yolunda sadece ikimiz varız. Bende bir çifte var. Salih Ustada ise sıkı bir mavzer... Bizi bekleyen maceradan habersiz dağa doğru yürüyoruz... Bu hatıramın üzerinden yıllar geçtiği halde dün gibi hatırlarım... 1965 yılının Ocak ayıydı. Sabah 06.00'da güneş doğana kadar karlara bata çıka yürüdük. Yorgunluk bir yandan, soğuk bir yandan gücümüz yavaş yavaş tükeniyor, parlayan güneş insanın gözünü alıyordu. Öyle bir soğuk ki bıyıklarımız buz tutmuş halde. 3303 metre uzanan Munzur Sıradağlarının Bostankaşı mevkiindeyiz. Sarp çıplak uçsuz bucaksız dağ silsilesi... Salih Usta cebinden çıkardığı küçük ispirto şişesinden kar üstüne biraz döküp yaktı. Ellerimizi ısıttık. Kavurmalı dürümlerimizi çıkından çıkartıp yedik. Kendimize bir siper edindik. Usta, geyiklerin derin vadiden tek tek geçeceğini biliyordu. Yarım saat kadar sonra işaret etti, aşağı baktım. Bir de ne göreyim, 70-80 tane geyik, tam altımıza yatmış geviş getiriyorlar. O kadar net görüyorum. İçlerinden biri de ayakta hiç kımıldamadan nöbet tutuyor. Belgesellerde olduğu gibi... Avcı Salih Ustanın yanına emekledim. Dedi ki: -Ben şu dereye ineyim. Sen bir el silah patlatırsın. Onlar bana doğru gelir. Usta manevralarla aşağıya indi. Bir kayayı kendine siper alarak bana işaret etti. Ama ben heyecandan şaşırdım. Elimdeki çifteyi bile unutmuştum. Usta saniyelerle sınırlı süreyi affetmedi ve kendisi tüfeği patlatıp ayaktaki nöbetçi geyiği avladı. Diğer geyiklerin hepsi fırladı. Silahın nereden geldiğini anlayamadılar. Gelip benim altımdaki tereğe sığındılar. Neden sonra aklım başıma geldi ve elimdeki çifteyi boşa patlattım. Baktım ustaya doğru koşuyorlar. İrice biri kayaların arasına sıkıştı geçemedi. Ustanın alt kısmına saklandı. Usta bu bölgenin tecrübelisi; bir attı, önden bir tanesi yere düştü. Karda 500 metre aşağıya kızak gibi kayıp yuvarlandı. Bir tane daha attı, o da onun peşinden... -Yeter mi? -Yeter yahu! Etme yeter! Biz de pür dikkat aşağıya indik. Baktık üçü de üst üste yatıyor. Besmele çekip boğazladık. Boynuzları üzerine yatırdık. İpe dizdik. Üçünü de bir çekiyoruz. Kar üzerinde neredeyse bizi de sürüklercesine kayıyorlar. Aşağıda az karlı bir bölgede soluklandık. Dedim ki Salih Ustaya: -Sen burada bekle. Geven topları var, onları yak. Ciğerlerden kebap et ye. Ben gidip köyden katır getireyim. O heyecanla yerimden fırladım. Soluk soluğa köye nasıl geldiğimi bilemiyorum. Geldim ki ayağımdan çarıklar fırlamış çoraplar delinmiş. Ayaklarım buz kesmiş... Aldıran kim? Bir arkadaşla birlikte iki katırla geri döndük. Avladığımız geyikleri katırlara yükleyip köye getirdik. Tarttık her birini. Hiç unutmam biri 125, biri 138, biri 95 kilo geldi. O kış bahara kadar, dondurulmuş taze geyik eti yedik. Gurbetçiydik tabii. O yaz İstanbul'a gelmiştik. İki sene sonra döndüm. Kışın usta yine karşımdaydı: -Var mısın gene? -Köye yeni geldim, soğuğa daha alışamadım dedim ama 20 Mart 1968'de ustanın gazına geldik. Başıma ne geldiyse de işte o avda geldi... (Devamı yarın) > Necati Çiçekçi-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.