Veren de oydu, alan da o...

A -
A +

Adı Ferhat'tı: -Bak Türkoğlu, dedi. Durum hiç iç açıcı değil. Şeker, üre, kreatinin, kolesterol, tansiyon hiper, böbrek değerlerin çok yüksek. Böbrekler iflas etmiş. Sen diyaliz hastası olmuşsun. Acilen tam teşekküllü bir hastanede tedavi görmelisin. Demesi ne de kolaydı... Özbekistan'daki hastanede suç işlemiş çocuklar gibiydim. Ne yapacağımı ne edeceğimi bilemiyordum. Ben tıp dilinden ne anlardım? Ben yorgun, bitmiş, tükenmiş bir TIR şoförüydüm. Türkiye senin İran, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan benim uluslararası nakliye yapıyordum. Bunca hastalığa nasıl çare bulacaktım? Önüme konulan yeşil çayın kokusuyla kendime geldim. Dr. Ferhat konuşuyordu: -Bak Türkoğlu, sana haplar vereceğim. Bunlar idrar söktürür, şekeri düşürür, koselterolü düşürür. Teşekkür ettim. Vedalaştık. Bir taksi çevirdim TIR'ın başına geldim. Haplardan birer tane içtim. İkindiden yattım. Gece ayak yoluna kalkacaktım, ama kolesterol hapı iskelet sistemine ve kas sistemini felç etmişti. Yürüyemiyordum. Sürünerek de olsa gittim. Sen misin tuvalete çıkan. Bir yanma bir yanma. Kıvrana kıvrana sabahı zor ettim. Yine de isyan etmedim. İyi ki de geçtiğimiz sene almıştım o Hakikat Kitabevi'nin kitaplarını. Nasıl da temiz yüzlü bir gençti. "Boş vaktin olursa okursun ağabey" demişti. -Bizde boş vakit ne gezer, demiştim ama o kitapları okurken anlamıştım nice vaktimizin boşa geçtiğini. O kitapları okuduğum için bırakmıştım gurbet ellerde haytalıkları... Şimdi de o kitaptaki dini bilgilerden öğrenmiştim dert ve belalara sabrı. Yaratana sığındım. Veren de oydu, alan da o. Verdiklerine de vereceklerine de şükürler olsun. Sabahı dar ettim. Hava sıcak ama tatlı bir esinti var. Zor da olsa adım atıyorum. İlaçların içini okuttum. Hepsi Rus ilaçları. Kolesterol hapının bana pek yaramayacağını söylemişlerdi. Bir gün daha yattıktan sonra Buhara'dan bir arabalık bez yükü ile çıktım yola. Hastayım diye beni yolladılar aslında. Taşkent'ten o esrarlı yemyeşil güzel şehirden yapayalnız ayrıldım. Akşama Buhara'ya vardım. Hemen yattım. Sabah erkenden de fabrikaya gittim. Beni bekliyorlarmış. Hemen yükledim, garaja geri geldim. Üç gün gümrük bekledikten sonra Türkmenistan'a doğru yavaş yavaş yol aldım. El ve ayaklarımda hafif şişlikler var ama ilaçlar iyi geliyordu. Yüküm Mersin'di. Eve gidiyordum. Heyecanlıydım. Sanki yerden para bulmuş çocuk gibi seviniyordum. Evime geldim. Ayalim, eşim, can yoldaşım, hayat arkadaşım, sırdaşım, çocuklarımın anası, gözümün nuru, bir tanem beni bekliyordu. Oturup hoşbeşten sonra durumu anlattım. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. (Devamı yarın) Hilmi Yumuşaker-Erzin/Hatay

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.