Yaşın ne ki Çanakkale'den hatıran olsun?

A -
A +

Yıllar önceydi... Makam arabamda bir göreve gidiyorum. Yol uzayınca, elimdeki gazetenin hatıralar bölümünü okumaya başlıyorum. Okuduğum yazının bana ilham ettiği birkaç cümle dökülüyor ağzımdan: -Yahu bu millet gerçekten çok büyük bir millet... Şoförüm Ünver'le göz göze geliyoruz dikiz aynasından... Onun bakışları sorduğu için hemen ekliyorum: -Okuduğum hatıra beni çok duygulandırdı. Manevi gücü hafif görmemek lazım. Okuduğum hatırayı kısaca özetletliyorum. Nereden bilebilirdim ki, buna benzer bir hatırayı da şoförümün bizzat yaşadığını?.. -Efendim, o dediğinize benzer bir hadiseyi ben Çanakkale'de yaşadım. -Çanakkale Savaşlarında mı? Yahu senin yaşın ne ki Çanakkale'den hatıran olsun? -Hayır efendim... Çanakkale Savaşlarıyla ilgili ama o tarihten değil... Çok sonralara ait... Bu defa beni bir merak sarıyor. Başımı öne doğru uzatıp emir verir gibi rica ediyorum: -Anlat bakalım, bizzat yaşadığın o hatırayı! Neymiş biz de bilelim... Şoförüm Ünver anlatıyor: -Ben askerdeyken oldu... Bir deniz astsubayı ile birlikte cip içerisinde Çanakkele'nin Kirtepe köyüne gidecektik. Bir akşamüstü karargâhtan çıktık. Kirtepe köyü yakınlarında yolda giderken, cipin farları karşıma acayip bir müfreze çıkardı. Nasıl heyecanlandım, nasıl frene bastım, ben de bilmiyorum. Cip zınk diye durunca, astsubayım neredeyse camdan fırlayacaktı. Döndü, bana biraz da sertçe sordu: -Ne var, neden durdun? Elim ayağım tir tir titriyordu. Dedim ki: -Komutanım, siz görmüyor musunuz? Önümüzde tüfekli, teçhizatlı bir manga asker, yolu bölmüş gidiyor. Bakınız, hemen az ileride... Bu askerlerin kıyafetleri şimdiki gibi değildi. Ben kim olduklarını, ne olduklarını anlamadığım için aptallaşmışken, astsubayım gözlerini ovuşturup yerinde hop oturup hop kalkarak mırıldandı: "Çanakkale Harbindeki askerlerin kıyafetleri bu... Başlarında fes var; hepsi poturlu..." -Siz de gördünüz mü komutanım? -Görmez miyim? Nizami adımla karşıya geçiyorlar. Biz rüya görmüyoruz, değil mi? -Hayır komutanım! Görevdeyiz; Kirtepe köyüne gidiyoruz. -Ama ben hayal gördüğümü sanıyorum. Sen de görüyor musun? -Görüyorum komutanım, görüyorum. Nedir bu böyle?.. Hiçbir şey söylemeden müfreze geçene kadar bekledik. Yolun karşısına geçip ağaçlık arazide bir sis bulutu gibi kayboldular. İkimiz de donmuş kalmıştık. Neden sonra cipi hareket ettirip ilerlemeye başladık ama ikimizin de benzi kül gibi... Kirtepe köyüne vardığımızda, bizim şok olmuş halimizi gören kahvedeki yaşlı bir amca, yarı muzip gülerek halimizi hatırımızı sordu: -Ne o komutanım, nöbet mangasına mı rastgeldiniz yoksa? -Şeyyy, evet... Nedir bu, anlatır mısınız? Siz de mi gördünüz yoksa? İhtiyar adam, "Ah komutanım, ah!" diye başladı söze ve şöyle devam etti: -Bu manga, Çanakkale Savaşında nöbet tutan bir mangadır. Fransızlar bu bir manga askeri şehit etmişler o zaman... Ama bu şehit manganın askerleri, ne hikmettir bilinmez, her akşam güneş battıktan sonra görevini yerine getirmek için gidiyormuş gibi uzaklardan gelirler. Yolu karşıdan karşıya geçerler. Ormanın içine yürüyüp kaybolurlar... Nöbet mangası onlar... Şoförüm Ünver, bu askerlik hatırasını anlatırken, o nöbet mangası gözlerimin önünde canlandı. Gönlüm yoğunlaşarak gözlerimden damla olup aktı, yanağımdan göğsüme doğru... Bu kez bir kerre daha mırıldandım: "Bu millet gerçekten çok yücedir; çok..." Faruk Demir-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.