Mis gibi tahıl kokusu dolar genzime. Gözlerimi kapatırım. Avuç içlerim karıncalara dönük. Başak uçları dolanır parmaklarıma. Rüzgârda birbirlerine yaslandıklarındaki çıtırtılarını duyarım ensemde. Bellidir güneşle boyandıkları, görmesem de. Bir kelebek kanadı sürter koluma içim ürperir. Kırmızılarını döker gelincikler. Seyhan vakurca akar sıcağa inat. Merkez Camiinden dinler salayı. Fazla beklemez Taşköprü’dür bir sonraki durağı. Melekgirmez’de aşlamacının demir taslarının şıngırtısı gelir. Yazılamayan en güzel notalarla yankılanır durur...
Mısır Çarşısı’nda dudaklarına kırmızısı bulaşmış küçük çocuklar ellerinde cam kupalar şalgam içerler. Bir havuçtan dişlerler, bir şalgamdan yudum çekerler. Çakmak Caddesinde oluk gibi insan akar durur sıcaktan yana yana. Bir o yandan bir bu yana. Birer ikişer. Kimi hayır, kimi şer… Sanırsın mahşer. Kebapların dumanı tüter, zırhlar tıngırdatır ahşap tezgâhları. İnceden acılı bir ezme çeker kalfa. Usta zırh kıymasını çoktan saplamıştır kalın şişine. Pişmiş soğan birkaç sokak öteden burnundan çekip yakalar adamı. Sıkıysan gelme dimağın durur mıhlanırsın. Elma şekerini düşürür bir çocuk annesine sarılır ağlamaya başlar. Bileziklerini sayar durur yan dükkândaki kuyumcu. Kafeslerinde kuşlar ötüşür. Çeşit çeşit, renk renk… Çerezcinin kavurma makinası sokağa yakın döner durur. Leblebiler göz atar bağırları yanık. Ayçiçekleri tuzlanmış güneşten uzak. Tepeleme kardeşliği kavrulmuş fındıklar. Katlanmış külahlara üflenir açılıp doldurulsun diye. Binbir derde deva Çerçi Yusuf. Tahıllar, otlar, ballar, pekmezler, harnuplar. Şifa yolunda koşturup dururlar. Kimse ne yediğini bilmez tatlıcıda...
Sinilerde sıcak şireden atlar tezgâha, tulumba, halka, karakuş, baklava. Yorgun geniş tencereli şırdancı tezgâhı gizlice bakar karşı kaldırımdan. Müdavimleriyle sözleşmiş geceyi bekler sessizce. Mersinli tantunici çoktan kavurmalıkları doğramış büyük sinisini yağlamaya başlamıştır bile. İkindi namazından sonra akşam simitçisinin tek tekerli arabası görülür uzaktan. Taş fırının tatlı isli kokusu tüter hâlâ üzerinde... Adana’yı dinliyorum. Gözlerim kapalı...
Murat Kıraç
ŞİİR
Bitmeyecek mi bu savaşlar?
İnsanoğlu bilmiyor barışı, savaşmaktan,
Hâlbuki herkes aynı ana, babadan.
Mermiler uçuşuyor, rüzgâr sert.
Kıpkırmızı, kana boğuluyor gökler,
Bir kez olsun isterim o anı,
Savaşın sona erdiği işte o anı!
Düşman değil, dost olsa herkes,
Bitmeyecek mi bu savaş, başlamayacak mı saadet!
Melike Vildan Gülcan-İlkokul Öğrencisi
BİTKİLERİN DİLİ
SOĞAN: Soğan çok eski çağlardan beri yemeklere çeşni veren bir sebzedir. Yeşil yaprakları ve kuru yumruları kullanılır. Soğanın içinde C vitamini bulunur ve besleyici ve iştah açıcı bir besindir. İçinde bulunan kükürtlü bir madde soğana acılık verir, gözleri yakar ve yaşartır. Soğan, mikroplara karşı koyma gücünü arttırdığından, bir memlekete gelenin önce biraz çiğ soğan yemesi sıhhati için iyidir. Soğandan sonra kereviz veya sedefotu yenirse, fena kokusu gider.
Sevgili Peygamberimiz; “Soğan ve sarımsağı pişmiş olarak yiyiniz” buyurdu. Çiğ de yenir. Müslümanları rahatsız etmemek için, soğan-sarımsak yeme konusunda câmiye giderken dikkatli olmalıdır. Peygamber efendimiz, soğan, sarımsak yemeyi yasaklamamıştır. Başkalarını rahatsız etmemek şartı ile soğan, sarımsak gibi kötü kokulu bitkileri yemekte mahzur yoktur. Bunları yiyerek, kokusunu izale etmeden camiye gitmek yasaklanmıştır.