Hayatımızın her anında birileri ile sürekli iletişim içindeyiz. Bu iletişim bazen kısa süreli bazen de uzun olur. İletişimde bulunduğumuz ister çalışma arkadaşımız ister akrabamız ister eşimiz olsun aslında iletişimdeyken istediğimiz “anlaşılmaktır.” İletişimin belki de özünde bulunan şey; anlaşılmak ve anlamak. Karşımızdaki kişilerden bunu beklerken acaba biz karşımızdaki kişiyi anlayabiliyor muyuz?
Bu sorunun cevabı çok kolay; “karşımızdaki kişilerle empati kurmak.” Empati, bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyup olaylara onun bakış açısıyla da bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir.
Eğer iletişimde bulunduğumuz kişiyi anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek âdeta olaylara onun gözünden bakmalıyız. O kişinin rolünde bir süre kalmalı, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolümüze geçmeliyiz.
Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız.
Aile içi olsun iş arkadaşlarımızla olsun olası sorunlarda; olaylara daima kendi açımızdan baktığımız zaman yerden göğe kadar haklıyız. Çünkü kendimize göre doğru olduğunu düşünürüz. Tarafsız olabilmek için olayları değerlendirirken, kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyarak onu anlamaya çalışmamız gerekmektedir.
Kişilik empatinin en önemli belirleyicilerinden birisi değildir. Empati kurulmasında benzerlikler önemli bir rol oynar. Örneğin aynı yaş, cinsiyet, meslek, sosyal grup ve eğitim seviyesinde olmak önem taşır. Empatiyi günümüzdeki gerçeklere göre değerlendirmeye çalışalım mı? Bir sonraki yazımızda bunu deneyelim...
Nurettin Bozan - Eskişehir
İçimdeki cennet
Yazılmış yazımız, kurumuş kalem.
Bunca ne yaşadık, bilmez el âlem,
Bana düşman mı ki bütün sülalem,
Cehennemi gördüm cennet içinde.
Bu doğrudur sandım Hakk'ın katında,
Hep boynumuz bükük emir altında,
Kambura dönüştük kömür altında,
Ömrü heba ettim minnet içinde.
Susa susa lâl ettiler dilimi,
Uzandıkça kırdılar hep elimi,
Dedemiz koskoca İslam âlimi,
Farzı kovaladım sünnet içinde.
Anam, atam duramadı ardımda,
Bir kırık çöp bırakmadım yurdumda,
Kardeşlerin hasretliği sırtımda,
Kaldım böyle on muhannet içinde.
Kucakladım gurbet elin yükünü,
Kurutsaydı Yüce Mevla’m kökünü,
Gariplerin başak vermez ekini,
Sükûnet çağırdım cinnet içinde.
Yine de bin şükür her hâlimize,
Gülerek bakalım gel mazimize,
Haram girmesin de terazimize,
Nankör düşmeyelim nimet içinde.
Cennet Karataş- Kastamonu
KERVANSARAY: Kervanların ticaret yolları üzerindeki konak yerlerine verilen isimdir. Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu sağlam binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa “han” adını alırdı. İslamiyet’in yayılış dönemlerinde askerî maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticari maksatla kullanıldı ve bu binalara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslam toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu’da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı. Büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani 30-40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı. Zengin ticari malları taşıyan kervanlar için bir bakıma korunma ve koruma görevi de görülen kervansaraylar sulh zamanında ticari amaçla kullanılırken savaş zamanlarında o yöre halkının düşman hücumundan korunmak için sığındığı veya sefer sırasında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı.