Ev demiştim ya dünden... Neler getirdi hatırıma bir bilseniz... Zor günlerde birine sırtını yaslayıp umut aşılamak herkese nasip olmaz. Sen iyiyken, mutluyken, gezerken, yer içerken, herkes yanında zaten… Ama karanlık ve yapayalnız günlerinde herkes elini eteğini çekmişken ıssız bir yerdeki birine umut olmak, en kırgın olduğu zamanlarda ona kol kanat germek, onu tüm düşkünlüğüne ve yaralarına rağmen yeniden ayağa kaldırmak herkesin harcı değil...
Bu yüzden ben, yalnızca mutluyken ve iyiyken yanımda olacak bir insan istemiyorum. Ben; “en zor, en kırgın hatta en tahammül edilemez olduğum zamanlarda bile benim sırtımı yaslayabileceğim o ev ol” istiyorum. Evim ol, ben sana gövdemden bile feragat edecek o yemyeşil görkemli ağaç olurum. Tüm güzel ve yeni evlerden tenzih ederek seni üstelik! Dış görünüşüne aldırmadan, evin içindeki nice güzellikleri bulurum. Yeter ki; sen evim ol ben yuva olmanın bir yolunu bulurum. En çetin kışlara, en sert rüzgârlara rağmen üstelik! Fakat dersen ki, benim bir ağacın ağırlığına tahammülüm yok. İşte o vakit benimle yürüme derim bu yolu, sakın yürüme benimle…
Daha fazla kelimeye hacet yok sanırım. Derin bir sessizlik sarıyor dört yanımı! Muhatabımdan hiç cevap yok. Söylediğim kelimeler ağırına gitmiş olacak ki; sessiz kalıyor, hoş, ben de cevap vermesine imkân vermeden yürüyüp gidiyorum alıp başımı. Bir ağlamak hâli sarıyor beni. Başımı öne eğip hüngür hüngür ağladıkça, kendimi ve bu dünyanın önemsizliğini sorguluyorum. Uzun zamandır kiralık bir evde oturanlar yahut kiralık bir ev arayanlar iyi bilir ev sahibi olmak arzusunu! Geçici bir dünyadaki evlerden hariç kalıcı bir ev arzusu çekiyorum ben onlardan ayrılarak…
Ev kimine göre beton yığını, kimine göre bir hayat alanı, kimine göre yuva, kimine göre tek bir insana dönüşüveriyor. Ah yüreğimdeki duygular bitmiyor ki...
Kübra Can
ŞİİR
Bursa
Osman’la Orhan’la başkenttin Bursa,
Pınarbaşı’nda çalınırdı mehterin.
Yıkılırdı kurulmadan ecdadım dursa,
Bu güzel iklimde, dinlense erin.
Koca Bizans’a rağmen durmadı akın,
Avrupa fetihle artık çok yakın.
Önce Murad’la sonra Yıldırım,
Zamanında görmedi kılıç asla kın.
Sende neler mazhar oldu millete,
Büründü melekler kemiğe ete.
Senden çıkan ordu muzaffer döndü,
Sende beylik artık döndü devlete.
Emir Sultan, Somuncu Baba yaşadı,
Bursa sen onlardan aldın irşadı,
Ulucami’n olsa da madden Yıldırım’ın,
Sürer Somuncu Baba’nın bereketi adı.
Çelebi Mehmet’le dirildin Bursa,
Gevşekti yayın gerildin Bursa.
Bilendi yeniden kındaki kılıç,
Devleti büyüten bir ildin Bursa.
Sürsün yerde yeşilliğin, göğünde mavi,
Sürsün sana olan bu candan sevi,
Cennetten diyarsın gözünde benim.
Sen Bursa’sın ey evliyalar evi.
Ramazan Günhan
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Bu kadar çok varlık yarattım; fakat beni tanıyacak olan, beni anlayacak olan bir mahlûk daha yarattım, o da insandır.) Okulda da öyle. Beş numara alan var, yedi numara alan var, on numara alan var. Herkes kendi kabiliyetine göre, kendi çalışkanlığına göre derecelendirildiği gibi, insanlar da Allah indinde etiketiyle değil, takvayla derecelendirilir. Meslekleriyle, zenginlikleriyle değil, takvayla derecelendirilir. Nitekim, Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerimde, Allah indinde en makbul olanınız, derecesi en yüksek olanınız, takva ehli olan, yani haramdan sakınandır, buyuruyor.”