Biz daha iyi biliriz

A -
A +

 

Ahmet Mümtaz Taylan’ın, bir haber kanalında sunuculuğunu yaptığı “Empati” isimli yeni bir program başladı. Hayırlı olsun. Programın içeriğini anlatmak gibi bir niyetim yok. Meraklısı bulup izler. Ben sadece şunu ifade etmek isterim. “Her ne kadar sözlük anlamı, duygudaşlık olan empati kelimesi, dilimize Fransızcadan girmiş olsa da aslında empatiyi biz Fransızlardan daha iyi biliriz” diye iddia ediyorum.

 

Empati, kelimesini daha net bir ifadeyle açıklamak istersek, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyup onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması anlamına gelir. Bu duygu yoğunluğu sadece Anadolu insanında vardır. “Anadolu irfanı” dedikleri de bence hemen hemen budur. Fransızlar, empatiyi bizden daha iyi bilemez. Eğer bilselerdi, dünyanın en zalim devletlerinden biri onlar olmazdı. Afrika kıtasında yaptıkları zulümler, soykırım boyutuna varmıştır desek yalan olmaz...
Bütün bunlar bir yana benim asıl anlatmak istediğim bizim, empatiyi onlardan çok daha erken yıllarda bildiğimiz ve benimsediğimiz gerçeğini ortaya koymak. Kelimenin adını, onlar tespit etmiş olabilirler. Buna itirazım yok ama onlar daha kelimenin anlamını çözmeye uğraşırken biz empatiyle birlikte yaşıyorduk. Sultan Alparslan, Malazgirt Savaşını kazanıp Romen Diyojen’i esir aldığında onu öldürmedi. İşkence de yapmadı. Çadırına aldı. Misafiri gibi davrandı. Fransız tarihinde, böyle bir örnek bulamazsınız. Bu yüzden, ‘Anadolu insanı için empati, bir yaşayış tarzıdır’ diyorum. Bunun bir ispatı da Şeyh Sadi Şirazî’nin bundan bin yıl önce yazdığı “Gülistan” kitabında geçen “Kocakarı” isimli kısa hikâyedir. Hikâye şöyle:
Yaşlı birine “Niçin evlenmiyorsun?” dediler. Yaşlı dedi ki: “Kocakarılarla yaşamak istemem!” “Genç kadın al. Paran var” dediler. Yaşlı, cevap verdi. “Ben yaşlı olduğum hâlde, yaşlı kadın istemiyorum. Genç kadın, benim gibi yaşlıyı niçin istesin?”
Bu hikâyede de görüldüğü gibi, Fransızlar, daha empatinin ne demek olduğunu bilmiyorken biz bu konuda asırlar önce destanlar yazmışız...
             İhsan Ağır
 
                                                                                                                     
 
ŞİİR
 
 
    PEYGAMBER EFENDİMİZE
 
Kâinat nura gark oldu,
Muhammed doğduğu gece
Gitti Cibril cennete verdi haber,
Ruh-i handan oldu Rıdvan bu gece.
Gök eğildi yeri öptü sandılar, kıyamet koptu
Tüm denizler mevce geldi senin doğduğun gece.
 
Ağaçlar hep çiçek açtı,
İblis Kaf Dağı’na kaçtı,
Orada zincire vuruldu,
Muhammed doğduğu gece…
 
Ay Güneş gökte dürüldü
Yerde nehirler duruldu
Din düşmanları sürüldü
Muhammed doğduğu gece
 
Tüm melekler saf saf oldu,
Yer ile gök nur ile doldu
Hepsi onu selamladı
Muhammed doğduğu gece
 
Ey Fahri Kol;
Bu işe aklın ermez gayreti
Nice envaı garaip zayi oldu bu gece.
“Sallallahü aleyhi ve sellem”
                "Deli Şair" Sürmeneli Fahri Kol
 
Handan: Neşeli,
Rıdvan: Cennet bahçesi
Mevc: Dalgalanma, deniz dalgası.
Enva’: Neviler, çeşitler, türler.
 
 
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü sözlerin büyüğüdür)
 
Efendim, İslâm âlimi demek, kitaptan söyleyen zattır. Bakardım Abdülhakîm Efendi hazretlerine, mübarek, bazen iki gözlük üst üste koyardı. Üstünü çizer oradan not alır, kitapları çantaya koyar, vaaz vermeye o kitaplarla giderdi. Hatta Ziya Bey vefat ettikten sonra yedi sekiz dosya vardı, hep Efendi hazretlerinin notları. Vaaz vereceği zaman ne söyleyecekse, o notlar. Mübarek Hocamız buyurdu ki: "O kitaplardan aldığı notların hepsini mutlaka biliyordu ama âlim kafadan söylemez. Âlim kitaba bakarak söyler. Abdülhakîm Efendi hazretleri kitaba bakar, kitaptan söylerdi." Ahmed Mekkî Efendi de açardı kitabı, kitaptan söylerdi.
Enver Ören (rahmetullahi aleyh)
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.