evgi, insan için âdeta ilaçtır. Hiçbir şey sevginin yerini dolduramaz. Bir çocuk için doğal ihtiyaçtır sevgi. Çocuğa onu sevdiğimizi söz ve tavırlarımızla anlatabiliriz.
Sevgiden yoksun kalmak, çocuğun kendine olan güvenini zedeler. Daha sonra sosyal uyumunu, kişilerarası ilişkilerini bozar ve hayatla barışık olmasını engeller.
“Ben çocuğumu seviyorum bunu ifade etmeme gerek yok ki” gibi düşünceler doğru değildir. Sevgimizi aktarmanın yollarını mutlaka bulmalıyız. Çocuğa onu sevdiğimizi açık bir şekilde söylemeliyiz.
Bunu duymak her çocuğu mutlu eder, sevindirir ve kendine olan güvenini artırır. Sevgiyi sadece sözlerle aktarmak yeterli değildir. Dokunmak, gülümsemek, okşamak ya da öpmek gibi sevgi ifade eden beden dilini kullanarak çocukla sevgimizi paylaşmalıyız.
Çocuğun anne babadan aldığı iki şey vardır: Sevgi ve eğitim. Sevgi; kabullenme, koruma, kollama ve sevecenlik gibi bütün olumlu duyguları içerir. Eğitim ise öğretilen bilgileri, becerileri, kuralları, inançları, değer yargılarını, görgü kurallarını ve insanın sosyalleşmesi için gerekli olan tüm toplumsal değerleri kapsar.
Günlük hayatta “huy” dediğimiz karakter vasıflarının pek çoğunun temeli, çocuklukta aile vasıtasıyla atılır. Cömertlik, cimrilik, temizlik, düzenlilik, dağınıklık, çekingenlik ve sosyallik, merhamet, kıskançlık, paylaşma, fedakârlık, kin tutma, doğruluk, yalancılık gibi değer ve alışkanlıkların kazanılması hep çocukluktaki eğitime bağlıdır.
Bir çocuk evinde rahat değilse, anne baba ile sevincini ve sıkıntısını paylaşamazsa, sevildiğine emin değilse; cezalar, baskılar ve yasaklar bir fayda vermez, aksine işler daha kötüye gider.
Sevginin dili ortak olmakla beraber, çocuklar sevgi ihtiyaçlarını davranış ve sözleriyle ifade ederler. Ebeveynlerinden ayrılmalarına tepki gösterir, her durumda birlikte olmayı talep ederler ve şartsız severler. Ebeveynler ise farkında olmadan sevgilerini engellemeye başlar.
ŞİİR
GÖRDÜM SENİ
Gördüm seni gördüm seni,
Hak yolunda gördüm seni
Geçen cuma camimizde
Saf tutmuştun gördüm seni.
Namaz için tekbir aldın,
El bağladın safta kaldın
Huşu ile namaz kıldın
Mutlu huzurlu gördüm seni.
Eller açıldı duaya
Yalvardın yüce Mevla’ya
Salat ü selam getirdin
Ol Muhammed Mustafa'ya
Düşkünlere yardım ettin
Gariplere zekât verdin
İşçilere imkân verdin
İyilikte gördüm seni.
Süleyman'a selam verdin
Ne güzel bir kelam, dedin
Adaletten ayrılmadın
Doğrulukta gördüm seni
Süleyman Usta – Espiye – Giresun
TARİHTEN BİR YAPRAK
SEMERKAND: Orta Asya’nın en eski kentlerinden biri olan Semerkand’ın kuruluşu MÖ 400 yılına kadar iner. Semerkand, Zerafşan Irmağı’nın aşağı çığırına birkaç km uzaklıkta, deniz seviyesinden 320 m yükseklikte kurulmuştur. Semerkand, tarihte Türkistan’ın en büyük yerleşme birimi olarak kayda geçmiştir. Bu büyüklüğünü, coğrafi konumunun elverişli olmasına, verimli topraklara sahip olmasına ve ticaret yollarının kesişme noktasında yer almasına borçludur. Cengiz Han, 1220 yılında şehri yerle bir etmiştir. 1365’te Timur Han bu şehri devletinin başkenti yapmıştır. Semerkand’da çok sayıda tarihî eser bulunmaktadır. Medreseler, türbeler, külliyeler ve camiler şehrin her tarafına yayılmıştır. 1437’de Uluğ Bey tarafından yaptırılan ve kalıntıları 1908’de ortaya çıkarılan gözlemevi, Semerkand’ın geçmişte büyük bir bilim ve teknoloji şehri olduğunu ortaya koyar. Kumlu Meydan’da 15 ve 17. asırlar arasında yapılmış üç önemli medrese vardır. Bunlardan ilki, 1417-1428 yıllarında yapılan Timur Han’ın torununun adını alan Uluğ Bey Medresesidir. Medresenin kapısında; “Kadın, erkek bütün Müslümanların ilim tahsil etmesi farzdır” diye yazılıdır. [Tarih ve Medeniyet]