Çocukluğumuzun evlerinde bir sıcaklık vardı, eskilerin kanaat dediği bir yetinme vardı. Acılar sıkıntılar dertler vardı o zaman; ama genel olarak herkeste bir mutluluk vardı. Büyüklere saygı küçüklere sevgi vardı. Komşuluk tam anlamıyla yaşanırdı. Her komşu diğer komşusunun hastasıyla tökeliyle derdiyle hemhal olur ilgilenirdi. Bir evde pişen yemekten, yapılan kekten, börekten komşuya da bir tas bir tabak bir kâse verilirdi...
Bir yere giderken komşu, anahtarını komşuya bırakırdı. Birinin bir sıkıntısı olduğunda derdini sıkıntısını ilk önce komşusuna anlatır onunla paylaşırdı. O bir çözüm bulamazsa sonra diğer yerlere müracaat edilirdi. Komşunun çocukları komşunun evini kendi evleri gibi görürdü. Okuldan eve gelen çocuk kendi evinde kimse yok ise, diyelim ki bağa bahçeye pazara gitmiş iseler hiç çekinmeden komşusunun evine gider, annemler nerede diye sorar, ailesinin nerede olduğunu öğrenirdi. Zaten annesi babası her kim ise, evden ayrılırken nereye gideceğini ne kadar süre gideceğini komşusuna önceden söylediği için onlar da bilir ve çocuğa öyle cevap verirlerdi...
Anne yarısı gibiydi komşu evin hanımı. Komşu çocuğunun ne sevdiğini neyi yiyip neyi yemediğini bilir ona göre sofra kurar veya yiyecek hazırlardı. Zaten aileler çocuklarını kendi çocuklarıyla birlikte yetiştirdikleri için çocukların ileride olabilecek evliliklerinde hangi kızın hangi erkek ile hangi ailenin çocuğu hangi aile ile uyum sağlar daha kolay bilinirdi… Hatta söz kesilirken “elimde büyüdü” diye bir deyim kullanılırdı. Gerçekten de her çocuğu annesi babası kadar komşuları da tanır bilirdi...
Çocukluğumuzda; bir evde cenaze olunca üç gün yan evde oyun eğlence yapılmaz komşunun acısı paylaşılırdı. En az üç gün cenaze evinde yemek pişirilmesine fırsat verilmez çevredeki komşular yemek sırasını paylaşır her öğüne cenazeevine yemek getirilirdi...
Şimdi ne enteresan ki apartman hayatında cenazeevi, cenazeye gelenlere kendisi yemek ikram etmek gibi bir alışkanlığa başlandı. Hatta o kadar ki cenazeevine taziyeye gitmek bile kalmadı...
Halit Demircili-Amasya
ŞİİR
AFFEYLE YA RAB
Batılda değil Hak’ta buldum huzuru
Yağsın üstümüze Allah’ın nuru
Dinimle yaşıyorum ben bu onuru
Rahmetine bize gark eyle ya Rab.
Senden başkasına boyun eğdirme,
Yurda düşman ayağını değdirme.
Minarelerden ezanı dindirme.
Yurdumu daima sen koru ya Rab
Biz aciziz, biçareyiz hakiriz,
Garibanız divaneyiz fakiriz
Yalvarırız niyazdayız zâkiriz,
Bizleri daima sen koru ya Rab.
Bizleri cihana gönderen sensin.
Dünyayı devranı döndüren sensin.
Cennet-i âlâyı bildiren sensin,
Rızana kavuşan eyle sen ya Rab.
Rahmet-i rahmana kavuşma anı,
Kelime-yi şehadet dilde lisanı,
Müslüman olarak kabzeyle canı
Süleyman kulunu affeyle ya Rab.
Süleyman Usta-Espiye/Giresun
Peygamber efendimize "aleyhissalâtü vesselam", Ebu Bekr'in "radıyallahü anh" gözü ile bakanlarla, Ebu Cehil’in gözü ile bakanlar elbette farklıdır. Eğer insan bu zatlara, bu gözle bakarsa kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalp gözü açılır. Eğer Allahü teâlâ bir kuluna hidayet nasip etmişse, ona Eh-i sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa; o, bu gözle olmaz. Bu, kalp gözü ile olur. Böyleyse, kalp gözü açılmıştır. Kalp gözü, hakkı bâtıldan ayırmak içindir, uçmak-uçurmak için değildir, bunu iyi anlamak lazım.