Bir gün bir tanıdığım “senin bir sözünü önemsedim ve çok rahat ettim” demişti. Merak ettim, “nedir bu söz?” Dedi ki: “Para harcanırken kazanılır...” Ben o sözü kasabamızın en zenginlerinden birinin pazar alışverişinde sıkı pazarlık ederken görmüş “Efendim siz de mi pazarlık yapıyorsunuz?” demiştim de o da bana o sözü söylemişti. Bu söz o zengine aitti.
Uzun soluklu zenginler kendilerinden sonrakilere sadece mal bırakmıyor, onlara bir de öğreti bırakıyorlardı miras olarak… Bunlardan bir iki tanesini paylaşayım.
Evladın biri babasına demiş ki:
-Baba filan kimse evini satıyor ne yapayım talip olayım mı?
Babası:
-Oğlum araştır bir bakalım, ev kendi evi miymiş yoksa ona miras filan mı kalmış?
Oğlu araştırıp bilgi vermiş:
-Baba ev kendi alın teriyle kazanılmış.
-Oğlum o evi kolay alamazsın, kendini zorlama.
Yine başka bir zaman, oğlu babasına sormuş:
-Baba filanca dükkânını satıyor, ne yapayım talip olayım mı?
Babası:
-Oğlum o dükkân ona nasıl gelmiş. Kendi kazancı mı miras mı kalmış bir araştır bakalım.
Oğlu araştırmış ve bilgi vermiş:
-Yakınlarından miras kalmış baba.
-Tamam, o dükkâna talip olabilirsin. Ama söylediği miktarın yarısından fazla verme, demiş.
Bu tür sözler böyle bir evlat böyle bir baba, böyle bir ev veya dükkân olduğundan söylenmiş değildir. Evlada, kazancın, emek vermenin, alın terinin kutsal olduğunu anlatmaya çalışmaktır. Gerçi günümüz insanının bırakın menkıbe okumaya slogan dinlemeye bile tahammülü olmuyor bazen ama kısa bir tane daha anlatayım:
Çocuğun bir tanesi babasından her gün bir bozuk para harçlık ister, sonra onu alır denize fırlatır, paranın 'cumburlop' diye ses çıkarmasına kahkahalarla gülermiş… Babası da ona her gün gülsün diye bir bozuk para verir onun denize atarak cumburlop sesine gülmesini seyredermiş… Gel zaman git zaman oğlu büyümüş ve para kazanmaya başlamış. Babası bir gün yine almış oğlunu denize gitmişler… Bu defa baba oğlundan istediği bozuk parayı alıp denize atmış… Oğlu bu kez kahkaha atmak yerine “baba ne yapıyorsun, ben onu ne şartlarda kazanıyorum” demiş.
Mustafa Ali Mahdum
ŞİİR
SIR!..
Sihirli bir güftedir dudaklarda zaman,
Gönlüm mutmaindir adını andığım her an...
Senin adınla aydınlanır kâinat,
Varlığınla döner cümle işler,
Adınla döner semavat...
Sensiz gönül, gönül değil,
Seni anmayan dil, manalı değil.
Aşkını bilmeyen beyhude gezer,
Sırrını bilmeyen ummansız kalır,
Gönül Hakkı bulunca canı tanır.
Menzili bulmak için yola çıkmak gerek,
Nice imtihandaki hikmeti görmek gerek...
Kadere gayret gerek, yollara vuslat gerek,
Hakikate idrak gerek ebedî sırrı çözmek için,
Allah'ı çok anmak gerek hakiki âşık olmak için...
Kübra Can
TARİHTEN BİR YAPRAK
MUHÂKEMETÜ’L-LUGATEYN: Ali Şîr Nevâî’nin Farsça ile Türkçeyi bazı yönlerden karşılaştırdığı eseridir. Bu eseri Nevâî vefatından bir sene kadar önce kaleme almıştır. Amacı Türkçe ile Farsça dillerini birbiriyle kıyaslamaktır. Devrin kültür ve edebiyatta hâkim dili olan Farsça ve Türkçenin edebî sanatlar, kelime hazinesi, gramer ve fonetik bakımından karşılaştırmasını yapmaktadır. Bu araştırmada Türkçenin ne kadar zengin bir dil olduğunu da kendince ispat etmeyi amaçlamıştır.
Ali Şîr Nevâî, kitabın sonlarında, yaklaşık kırk yıldır Farsça veya Türkçe şiir yazanların şiirlerini düzeltmesi için kendisine getirdiklerini böylece her iki dilde de kendisinin otorite sayıldığını belirterek yaptığı mukayeseye de önem kazandırmıştır. Muhâkemetü’l-lugateyn, Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânü lugāti’t-Türk’ünden sonra Türk dili üzerine yazılmış önemli bir eserdir.