Dinlemeyi ve nükteyi bilmek...

Sesli Dinle
A -
A +

Dinlemek ve gönül alıcı (nükteli) konuşmak kâmil olmanın birer göstergesidir. Dinleyen çok şey kazanır. Mesnevi’nin ilk beyti Farsça “Önce dinle” diye başlar. Cenab-ı Allah insana iki kulak bir dil vermiş, yani iki dinle bir konuş. İki kulak aklın ve kalbin dünyaya açılan muhabere (iletişim) aracıdır, bu aracı yerince kullanmak büyük bir nimet ve fırsattır.

 

Nükteli konuşmayla ilgili de Sadi Şirazi hazretlerinin Bostan ve Gülistan kitaplarında hoş kıtalar var. Bir örnek şöyle:

 

“İki komşu genç birbirilerine âşık olur. Ne var ki görüşüp konuşma imkânları pek olmaz. Delikanlının anne babası bir akşam şehrin uzak bir mahallesine gezmeye gider. Delikanlı evde yalınız kalır. Ders rahlesini önüne koyup mumu yakıp ders çalışmaya başlar. Kızın ailesi de o akşam gezmeye giderler, kız da evde yalınız kalır. Kız dayanamayıp sevgilinin yanına gitmeye karar verir. Kız ansızın delikanlının odasına girince delikanlı sevinçle birlikte telaşlanır. Hızlıca ayağa kalkar. Bu arada eteğinin rüzgârıyla mum söner.

 

Kız: “O kadar çirkin miyim de yüzümü görmemek için ışığı söndürdün?”

 

Delikanlı: “Sen odaya güneş gibi doğdun, güneşin olduğu yerde ışığın ne hükmü kalır” der...

 

Churchill, avam kamarasında konuşma yaparken kahve içer, ona muhalif bir kadın vekil ise “Ben karınız olsaydım o içtiğiniz kahveye zehir katardım” der.

 

Churchill de: “Siz karım olsaydınız o kahveyi seve seve içerdim” cevabını verir.

 

Fatih Sultan Mehmet hazretlerine bir dilenci yaklaşır sadaka ister o da dilenciye bir altın verir. Dilenci “aman hünkârım insan kardeşine hiç, bir altın verir mi?” der. Fatih Sultan Mehmet “Nereden kardeş oluyoruz?” der. Dilenci: “Hünkârım ikimiz de Hazreti Âdem ve Havva soyundan değil miyiz?” deyince Sultan “Çabuk git, diğer kardeşlerin duyarsa sana zırnık düşmez” cevabını verir.

 

Konuşmada nefret dilini değil sevgi dilini kullanmak insanların kalbini hoş yüzünü güleç eder. Kem söz insanın kalbini kırar kişiyi rencide eder. Yunus Emre bu dizelerle gönül kırmamayı mahlûkata sevgiyle bakmayı ne güzel yazmış: “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz”

 

     Orhan Yavuz Ejder

 

 

 

 

 

ŞİİR

 

 

 

          ESİNTİ

 

 

 

Tüm eşyalar gizli bir örtüden bakar gibi,

 

Attığım her adımı didik didik inceler.

 

Çepeçevre her yanı kül edip yakar gibi,

 

Sarmış da bırakmıyor fikirden işkenceler...

 

 

 

Yutuyor geceleri ahtapot gibi evler,

 

Gelince o son vakit ayırır işimizden;

 

Alıp da götürmeye ölüm isimli devler,

 

Usanmadan sinsice yürüyor peşimizden...

 

 

 

Çıkmaz bir sokak gibi fâni yollara dalıp

 

Çile yüklü başları sürüklüyor ökçeler.

 

Bir kor gibi ruhumu iki eline alıp

 

Bağlıyor sıkı sıkı görünmez kelepçeler...

 

 

 

Pembe renkli bir dünya yaşanmıştı sanki dün,

 

Hayat bir çehreli yüz ve çatmış da kaşını.

 

Bir efkâr ummanında kimsesiz yine bugün,

 

Seyrettim ufuklardan güneşin batışını...

 

 

 

İnce ince sorular; kıldan iplikten ince,

 

Elbet şu yokuşlardan bir gün çıkılır düze,

 

Korku dolu geceler ortadan çekilince,

 

Nur yağar ufuklardan çığ gibi üstümüze...

 

 

 

Ruhumda bir ıstırap âdeta inler gibi,

 

Çağlayanlar akar da asla duyulmaz sesi.

 

Tatlı seherde esen ılık meltemler gibi,

 

Esecek bir gün elbet, sonsuzluk esintisi...

 

 

 

Bir çığ gibi kapanmış üstümüze çileler,

 

Yükselir göğe kadar gözyaşlarında kat kat.

 

Dünya bir büyük pusu ve nefisten hileler,

 

Azap üstüne azap; içinde gizli şefkat...

 

 

 

Dönülmez bu sevdadan gökyüzü yere inse,

 

Öyle bir sevda ki bu; engelleri kıracak.

 

Şu çilekeş vücudum zerre zerre bölünse;

 

Her zerreden Rabbimin sevgisi fışkıracak!..

 

 

 

          Hayri Ünal/Emekli Öğretmen-Kayseri

 

 

 

 

 

TARİHTEN BİR YAPRAK

 

 

 

ARTIK MİSAFİRİMİZSİNİZ: 18 Mart 1915 günü Fransız zırhlısı Bouvet batarken, 600 mürettebatından 50 kadarı sahile varmayı başarır. Bunlardan Teğmen Jean Marie Grammont yaşadığı macerayı şöyle anlatır:

 

Bir top mermisi cephaneliğimize isabet ederken, bir de mayına çarptık. Bouvet hızla batarken kendimizi soğuk sulara attık. 45 dakika sonra yüzerek sahile vardık. Hava soğuk ve biz de ıslaktık, hepsinden öte çok korkuyorduk. Karşıdan düşman Türk askerleri göründü. Geldiler hâlimize baktılar. Bitkinliğimizi görüp kollarımıza girdiler. Sanki aileden biri gibi davranıyorlardı. Bir barakaya soktular, içeride soba yanıyordu. Bize giyecek dağıttılar. Az sonra sıcak çorba ve ekmek getirdiler. Şaşkınlığımız devam ediyordu. “Bunların öldürme şekli başka türlü imiş” diye düşündüm. Biraz sonra Fransızca bilen bir subay geldi. İsmi Hasan Galip “Geçmiş olsun! Sizin için savaş bitti. Savaşın sonuna kadar misafirimizsiniz” dedi. Türklerin bu civanmertliğini hiç unutmadım... (Fransız Pierre Loti’nin “Le Question Armenienne” kitabından)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
çok güzel11 Ağustos 2023 11:19

çok güzel