Bir işe kalkıştığımızda, yeni bir karar aldığımızda isteriz ki çevremiz, eşimiz, dostumuz destek versin, isteriz ki bizi cesaretlendirsin, bizim kayıtsız şartsız yanımızda olsun. Varsa tecrübesi paylaşsın eyvallah… Düşersek de "gördün mü ben sana söylemiştim, geldin mi dediğime?" sözünü duymak yerine el uzatsın isteriz. Oysa "ne ehliyet almasından söz ediyorsun sen? Bu trafikte araba süremezsin!" veya "bu kaçıncı diyete başlayışın iki güne kalmaz bırakırsın" ya da "spora yazılmak da neyin nesi temiz havada yürümek varken" ya da "diploması olan iş bulamıyor, bu yaştan sonra ne üniversitesi?" yahut "dil öğrenmek öyle kolay mı? Hem öğrenip ne yapacaksın?" ya da "şu ortamda iş mi kurulur, batarsın!" ne bileyim "tesettüre girmek istiyorsun ama sen alışkın değilsin, yaza kalmaz açılırsın" türünden akla hayale gelmedik olumsuz moral bozucu, motivasyonu yok edici sözler çarpar kulağımıza...
En yakınlarımızdan, dost bildiklerimizden, fikir sorduklarımızdan duyarız bunları hem de… Onu söylemekle kalmazlar çoğunlukla geçmişteki başarısızlıklarımız, hatalarımız da özenli bir buket şeklinde tutuşturulur elimize. Bir de kibarca kendilerini masum gösterecek şekilde bukete de "dost acı söyler, ben senin iyiliğini istiyorum" notunu iliştirirler.
Aradığımız desteği bulamamak şöyle dursun olan cesaretimiz de un ufak oluverir çoğu kez… Ya vazgeçmeyi, ya da yolumuza devam etmeyi tercih ederiz. İkinci seçenek için güçlü bir irade, eleştirilere kulak tıkamak için pamuk, düşersek de tutunmak için bir dal gerektir. Yol göstermek, tecrübelerini paylaşmak başkadır “yapamazsın, edemezsin” ile biten cümlelerle heves kırmak başkadır. Ne demiş Hazreti Mevlâna "Dost, acı söyleyen değil, acıyı tatlı söyleyebilendir." Ne demiştir Yunus Emre: “Kişi bile söz demini,/Demeye sözün kemini,/Bu cihan cehennemini,/Sekiz uçmak ede bir söz!”
Biz bari onlardan ibret alalım, bari çevremizde bize gelip fikir soranlara fikrimizi elbette söyleyelim ama olumsuzluk cümlelerini kurarken boğazın dokuz boğum olduğunu düşünerek hesap ederek konuşalım…
İlknur Şahin
ŞİİR
KALBİM
Geldin evim neşe dolu güneşim
Sözlerin müzik gözlerin ışığım
Ben mutlu, huzurlu kalbin kıpır kıpır
Saatler dursun diye dua ve niyazda
Kalbim isyanda gitmen korkusunda
sesi kısıldı gitme diye haykırmakta
Kahve ve hüzün sohbette ben sağanakta
Arkandan bakarken kalbim depremde
Ümitleri yerle bir olurken birer birer
Lütfü Yarar
MECZUP
Cahilim, bilmem ki ne denir buna,
Gamzende mezarım olsun isterim,
Kusur bende elbet, sen bakma bana,
Sevdamı kâinat bilsin isterim.
Kirpiğinde şebnem olsa gözyaşın,
Kalbime ok atar yay gibi kaşın,
Göz göze gelince, tatlı telaşın,
Cümle günahımı silsin isterim.
Gıyabî söylenir kendi kendine,
Vurgun yiyip durur, gönül bendine,
Deva mı arıyor sandın derdine,
Sebebim nazlı yâr olsun isterim.
Mustafa Özkahraman
ESKİMEZ KELİMELER
SEBİL: 1- Açık ve büyük yol. Büyük cadde. 2- Allah rızası için su dağıtılan yer. Sebilhane: Sebil olarak su dağıtılan yer.
MUHATARA: 1- Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak. 2- Zarar. Ziyan. Korku. 3- Tehlike ve zarar ihtimali olan.
TAZİYE: (Ta’ziye) Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Başsağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.
MİHRAK: 1- Odak, 2- Çok hareket eden. 3- Hareket âleti. Karıştıracak nesne.
TEFRİKA: 1- Nifak. Ayrılık. Bozuşma. 2- Bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı. 3- Fırka fırka olmak.
Allah de ve inandığın yolda yürü...