Bu sosyal medya yok mu, insanı bazen çileden çıkarır bazen de alır hayallerinizin engin denizlerinde yolculuğa çıkarır. Bilmiyorum nereden almışlar, kimler kaleme almış ama herkes birbirine paylaşa paylaşa benim sosyal sayfama kadar gelmiş birkaç satıra rastladım. Okudukça duygulandım... Çünkü yedi sene önce hayatımdan kayıp giden biricik anneciğim ve onunla sohbet ederken onlardan ilgisiz onları dinlediğim teyzemin konuşmaları geldi hatırıma. Onlar da aynısını söylüyordu:
“Ah bizim çocukluğumuzda neydi? Televizyon her evde yoktu. Akşam oldu mu evimizde kendi kendimize kalırdık ne güzel. Hava soğuk olduğu günlerde sobamızın içinde kömür yanar, üstünde demlikte çay suyu kaynardı. Sabah sıcak sobanın üzerindeki tel maşaya dizilmiş ekmek dilimlerinin kızarmasını beklerdik üzerine tereyağı sürerek kahvaltıda çayla kıtır kıtır yemek için...
Marketten almıyorduk yumurtayı ama bayat mı taze mi diye de endişelenmiyorduk. Çünkü yumurtalarımız, mahallemizin dışındaki geniş bahçesinde kümesi bulunan komşu teyzeden günlük geliyordu. Tamam şimdi öyle şarküteri reyonlarında sıra sıra dizilen sucuklar salamlar fümeler filan yoktu hayatımızda ama öyle restoran köşelerinde onlarca insanın iç içe sığıştığı ortamlarda tıkınmanın inanılmaz bunalmışlığı da yoktu hayatımızda. Öyle sosyal medya diye bir olguyu bilmezdik. Ama birbirini tanımadığımız, birbirimizden haberimiz olmayan binlerce sanal arkadaş yerine üç dört tane sağlam arkadaşımız vardı... Öyle birbirinden çeşit kimyasal parfümler arasında tercih yapmak zorunda kalmazdık ama soba üzerindeki portakal kabuklarından yayılan rayiha ile mutluluğun zirvesine çıkardık. Kendi ellerimizle açtığımız kestaneleri közlemeye doyamazdık... Ekmeklerimiz el değmeden değil el değerek üretilir mis gibi kokardı.
Hüsniye Akova
ŞİİR
Hiciv şiiri
(Kazanınca)
Yorgun düştüm ördek yolmaktan
Gücüm tükendi ruhum güçlendi
Zevkinden hüzünlendim acıdım
Ağladıklarında vak vak diye diye
Neyleyim zevki hoştu bıkamadım
Enaniyetim izin vermedi.
Yoldukça yoldum kazanmak güzel
Ördek eti de güzel tüyü de
(Kaybedince)
Şımardım intikamı unuttum.
Yakalandım yolundum tencereye konuldum
Tüylerim yastık oldu köşeye konuldu
Kayboldun unutuldum…
Gurur da...
Lütfü Yarar
Herkes bir yol tutmuş. Yürümüş durmuş, yürümüş düşünmüş. Doğru olduğunu zannettiği her şeyi denemiş. Tabii bir yandan da ömür su misali akıp geçmiş. Düşmüş yeri geldi, ağlamış, hayatında sahip olduğu çok şeyi de bu yolda yitirmiş. Ama vazgeçmek yok. Çünkü insan inanır, bir yol seçer ve o yoldan geri dönmek istemez. Bir gün bir hazine buldum, çok dua edip de kazandığım bir hazine. Sahip olduğum en değerli şey. Geçmişteki bütün hataları silip götüren, rüzgârın yerdeki çöpleri uçurup götürdüğü gibi aldı götürdü ve geriye benim için yazılacak temiz bir sayfa açıldı. Ama sorsan bu kararmış kalp nasıl temiz sayfa gibi olacak? Derken okudum okudum okudukça daha çok okudum. Sonra ne buldum? Halis olan sevgiyi buldum, manevi rahatlığı... İşte gerçek hazine bu. Her kim bu hazineyi buldu ise kendine saklamasın, dağıtsın. Herkes sahip olsun. Ne mutlu ne nasipliyim ki küfür sel gibi akıp giderken önümüzden bizden coşkun bir sel misali feyiz ve nur saçılıyor. İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i sani hazretlerinin mübarek sinelerinden, büyükler yolunun feyiz ve nurları, coşkun bir sel misali öyle akmakta idi ki, onu sevenlerdeki bütün karartı ve lekeleri kalpten silip götürürdü.
Rumuz: "Pervane"