Bastonla geldi, tabureye oturdu. "Daha alışamadım bastona" dedi. Aylar önce ayağı kırılmıştı. Tek yaşadığı evinde zor ulaşmıştı telefona. "Zor günler geçti" dedi arkadaşı. Haftalarca evden çıkamadı. Bir yıl önce kaybettiği eşinden sonra geçen kara günlerine karamsar haftalar eklenmişti.
Sadece o değildi yalnız yaşayan. Bir dede her gün aynı saatte camiye gider, dönüşte de ekmek alırdı. Sütçünün önündeki sandalye onun mola yeri olurdu. Çocuklarından dert yanıyordu. Hâlbuki kızı ve oğlu ona çok yakın oturuyordu. Eski ve yırtık pantolonu, rengi atmış gömleği onu biraz dağınık gösteriyordu.
Tanıyanlar, "sor bakalım kızlarının verdiklerini giyiyor mu?" dediler. Anlaşılan o ki bir şeyler biliyorlardı. Evet, belli bir yaşa gelince söz dinlememek büyüklük sayılıyor. Yaş ilerleyince söz de büyük oluyor, her ne kadar bilgi ve tecrübeden uzak olsak da.
Sadece erkekler mi, tabii kadınlar var mahallede yalnız yaşayan. Çocuklar evlenip barklanınca bir de koca da rahmetli olunca kalıveriyorlar bir başına.
Ev kendinin olunca yuva oluyor. Eskiler boşuna dememiş “ev üstüne ev olmaz” diye. İşte o misal. İşte o annelerden biri geldi az önce. Zayıf, ince. Sanırsın ki dertli hastalığı var. Her zamankinden istedi. Bir de tahin helvası. Topluca almıyor, bittikçe geliyor. Belki de dışarı çıkmaya bahane lazım. Onun için. Üç cümle, iki muhabbet. Çocuklar konusunu açmamak lazım. Çünkü şikâyet genel.
Yalnız yaşayan yaşlı sayısı giderek artıyor. Hele hele yaşlılara gereken belli konfor, yıllar geçse de elde edilememişse, zorluklar dağ oluyor çıkıyor karşımıza. Ayağı kırılan dede eski evinin eski banyosuna klozet yaptırabilmek için günlerce uğraştı durdu. Parası yetmedi, enerjisi hiç yetmedi. Neyse ki komşuları sağ olsun ustayla ilgilendiler...