Bir köşe yazısında Özbekistan gezisi anlatılırken ‘Âli Meclis’ (parlamento) yazılmıştı. Tarık Buğra’nın ‘Eyvah Gençliğim’ adlı eserini hatırlayarak ‘Eyvah lisanım, eyvah Türkçemiz’ dedim. Asırlardır kullandığımız ‘Âli’ sıfatını ve ‘Meclis’ mefhumunu ‘parlamento’ kavramıyla izah ihtiyacı doğmuş.
Emsali görülmemiş ‘Öz Türkçe ve dilde sadeleşme’ mülahazasıyla lisanımız zenginliğini yitirirken zihinlerde, ufuklarda mana ve derinlik kaybı zuhur etti. Bu kayba bazı misaller verebiliriz. “Âli’’ kelimesinden başlayalım. Âli makam, âli mektep, âli mahkeme’ olur. ‘Yüksek mahkeme’ olmaz. Duvar, bina yüksek olur. Sadeleşme cereyanında ‘düş’ kelimesi uydurulmuştur. Gece düş görür, işimizle, kendimizle ilgili düşleriz. Hâlbuki ressam ‘tasvir’ eder; bir harp meydanı ‘tasavvur’ edilir; ülkemizin gelecekteki durumunu ‘tahayyül’, yani hayal ederiz. ‘Öneri’ kelimesi uydurulmuştur. Herkes her şeyi önerir. Hâlbuki hekiminiz ‘tavsiye’; dedeniz, büyüğünüz ‘nasihat’ eder. İki kelime de irfanımızın inceliğinin mahsulleridir. Çok sayıda kavram ‘tartışma’ kelimesine hapsedilmiştir. Ancak, bir mesele istenmeyen raddeye geldiyse ‘münakaşa’; karşılıklı pazarlık varsa ‘müzakere’; talebeler karşılıklı fikir müdafaası yapıyorlarsa ‘münazara’; fikir alışverişi varsa ‘istişare’ olur. ‘Eğmek’ fiilinden ‘eğitim’ kelimesi türetilmiştir. Lakin kadim Türkçede tüm sistemi tarif için ‘maarif’; ders verme işi için ‘tedris’; uygulama ihtiva eden hususlarda talim; ailede öğretilen davranış ve kaideler için terbiye kelimeleri mevcuttur. Öğretmen kelimemiz kıymetlidir. Fakat muallim (âlimi yetiştiren), ve muallime (kadın muallim) terimlerinin mana ve hazzının unutulması ise hazindir.
Kadim Türkçemizin mütehassısı, âlimi değil; dertlisi ve sevdalısıyız. Naçizane mütalaamız ‘dilde sadeleşme’ yaklaşımıyla kadim kelimelerimizin ders kitapları ve diğer neşriyattan çıkarıldığı, kelime hazinemizin 40/50 yıl içerisinde daraldığı minvalindedir. O hâlde 20-30 yıl vadeli bir ‘dilde zenginleşme’ hareketi elzemdir.
Hakan Karagöz – Ankara
ŞİİR
BİZDE NELER VAR…
Şikâyet olmasın, bu dediklerim,
Kış günü tütmeyen baca var, bizde.
Bunlar sadece görebildiklerim,
Gariplik gizleyen gece var, bizde.
Eksik tartıp, fazla yazar deftere,
Kazancıyla konuk alır iftara,
Adres yazdır, rüşvet ile muhtara,
Daha bunun gibi nice var, bizde.
Bereket yok, maaşımız yetmiyor,
Kadın derse koca, ikiletmiyor,
Evlat, odasından öte gitmiyor,
Sorsan alfabe, hece var, bizde.
Evlilik deyince şahlanır atı,
Bir buseye verir, apartman katı,
Eller el üstünde, akraba kötü,
Mezardan izinli koca var, bizde.
Say say bitmez fânilerin öyküsü,
Kimsenin kimseye yoktur saygısı,
Gıyabî’nin, dünyalık tek bir kaygısı,
Her sırrını bilen, Yüce var, bizde.
Mustafa Özkahraman
TARİHTEN BİR YAPRAK
GAZİ OSMAN PAŞA: Plevne Savaşı, Osmanlı Devleti’nin en zayıf döneminde, ayaklar altına alınmak istenen millî haysiyetimizi yeniden yüceltmiş bir savaştır. Bu savaşın kahramanı Gazi Osman Paşa’nın adı yüzyıldan beri dillere destan olmuştur. Rusların 50.000 asker ve 184 topuna karşı, 23.000 asker ve 53 topla müdafaada bulunan Gazi Osman Paşa, düşmanın iki saldırısını da püskürtmüş, 3. defaki huruç hareketinde yaralanıp esir düşmüştür. Çar II. Aleksandre kendisini tebrik ederek şunları söylemiştir: “Sen benim esirim değil, misafirimsin. Kılıcını sana verdim, senin gibi cesur, yüksek liyakatli bir kumandanla harp etmiş olduğumdan dolayı kendimi bahtiyar addederim.” İki ay sonra yurda dönen Osman Paşa’ya Sultan Abdülhamid Han “Sen benim yüzümü ağarttın. İki cihanda yüzün ak olsun” diye duada bulunmuştur.